Ana içeriğe atla

SINIF BİR ORGANİZMAYSA


     Eğitim formasyonu dersleri aldığım dönemde eğitim sosyolojisi dersinde hocanın “Niçin öğretmen olmak istiyorsunuz?” sorusuna karşılık olarak iki gerekçe öne sürdüğümü hatırlıyorum: biri, insanlarla muhatap olmak; diğeri, kitaplarla meşgul olmak. “Bu gerekçeler hala geçerli mi?” diye bugün kendimi yokladığımda cevabımın pek değişmediğini görüyorum. Bu gerekçelerin her ikisi gelip bilgide düğümleniyor. Kimi meslekler tabiatla yakın olmayı gerektirir, mesela çiftçilik toprağı işemekle gerçekleşir. Oysa öğretmenlik bilgiyi işlemek suretiyle ferdi şekillendirme hedefini gözetmekle gerçeklik kazanır.

    Kitaplarla meşguliyet, gerekli çaba gösterildiğinde gerçekleşebilecek bir edimdir. Sıra, insanlarla yakınlık kurma ve muhatap olmaya geldiğindeyse bunun hiç kolay olmadığını hemen fark edebiliyoruz.  Fert olarak insana şekil vermekten söz ettiğimizde ta baştan bir yanılgıya düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliriz. Bir kalıp var da ferdi bu kalıba mı döküp biçimlendiriyoruz? İşin aslına bakıldığında bir şekil vermekten söz edilecekse bu, ferdin kendine şekil vermesidir. Ferdi ihtiyarında serbest bırakmak, onun özgürlüğüne müdahale etmemek hiç aksatılmaması gereken bir vazifedir.

     Yukarıda hem insanın hem de kitabın gelip bilgide düğümlendiğinden söz ettik. Yetişme çağları boyunca hatta bir ömür insanın kemal yolculuğunda olduğunu söyleyebiliriz. Bu yolculuğun hedefi bilgiye erişmektir. Tersinden söylersek insanın olgunlaşması bilgiyi edinmek ve bilgiyle eylemekle geçekleşir. İnsanın işi hep bilgiyledir. Dünyaya gelen insanoğlunun hayatta kalması dahi bilgi edinmesine bağlıdır.

     İnsan, kendisini başlangıçta yaşama bağlayan hemen sonrasında ise kemal yolunu açan bilgiyi edinmede bir aracıya, kılavuza ihtiyaç duyar. Bu kılavuz Türkçede eski kullanımıyla “muallim” denilen öğretmendir. Burada öğretmenin ilimle kopmaz bağı ortaya çıkmakta. Nihayetinde öğrenilecek şey ilimdir. İlimle meşguliyet ister edinme ister muallimin yaptığı edindirme biçiminde olsun statik ve tek taraflı bir süreç değildir. İnsan bilgiye her hâlükârda dinamik ve diyalojik süreçlerle ulaşabilir. Bu dinamik ve diyalojik süreç öğretmen-öğrenci irtibatının çift yönlülüğünde bariz bir biçimde görülür.

    İnsan-insana irtibatın kendini gösterdiği alan sınıftır. “Sınıf” Türkçenin zevkle kullandığım kelimelerinden biridir. Türkçede nice eskitilen kelimeye karşılık tazeliğini, canlılığını korumuş kelimelerimizdendir. Çağrışım gücü, anlam zenginliği kadar insanın toplumsallığını ifade etmesi yönüyle dikkati çeker. Ferdin toplumda yer alma biçimi sınıf kavramıyla güçlü bir ifade imkânına kavuşur. Asıl, bilgiye yataklık eden öğrenme edimi, öğrenme ortamı; bilgi kazan/dır/manın tarafları olan öğretmen, öğrenci bahse konu edildiğinde sınıf kavramı anlamca yerli yerine oturacaktır. Sınıfın önemi öğretimde bir merkeze dönüşmesiyle gerçekleşir. Sıralar, tahta, kalem, duvarlar, panolar canlılığa bürünür sınıf ortamında. Bütün bunlara canlılık kazandıran, sınıfı teşkil eden başlarındaki öğretmenle birlikte öğrencilerdir. Öğretmen ve öğrencilerin taşıdıkları ruh ortama yayılır.  Böylece bir organizmaya dönüşerek bilgi edinmeye yataklık eden sınıf, bilginin yapısından kaynaklanan dinamik ve diyalojik özelliği yanında mekanik olmayan yönüyle de kendini gösterir. Mekanizma bir düzenektir ne algı vardır onda ne duygu, dolayısıyla soğuk bir görüntüye sahiptir. Organizma ise etrafıyla etkileşim içindedir, algılar ve duyumsar. Organizmanın sıcaklığı sarmalar çevresini. Bu sıcaklık sebebiyle cıvıl cıvıldır sınıf. Devinim herkesi kuşatır, algılar açılır, duyular canlanır. Böylesi bir iklim bilginin özümsenmesi ve sahiplenilmesinin yolunu açar.

     Ben otoriterlik anlamında olmadan sınıfta hiyerarşiden yanayım. Bu hiyerarşi öğretmenin saygınlığını ifade eder. Öğretmenin saygınlığıysa bilginin dolaşımını kolaylaştıracaktır. Bilgi, değerini saygı duyan ve saygı gören insanların bulunduğu ortamda koruyabilir. Dolaşım, dedik; öğretmen sınıfta bir organizmadaki hayatiyetin şartı olan kanın tüm vücudu dolaşması görevini yerine getiren kalp gibidir. Kalp aynı zamanda duyguların da merkezidir. Şefkat, sevgi gibi duygular kadar öfke, kızgınlık da bu merkezden kaynaklanır. Sınıftaki merkezî rolü bir organizmadaki kalbe tekabül eden öğretmen, bilginin sınıfta dolaşıma sokulması, muhatabına ulaşması hatta bilgiye talep oluşturulmasını sağlar. Böyle ağırlıklı bir konumun sahibi öğretmendir ki ancak sınıfı teşkil eden öğrencilere hayatta tercihte bulunabilen fertler olma yolunu açabilir. Ne öğretmenin elinde kumanda vardır ne öğrenciler kumanda edilebilir mevkidedirler yani otomasyona yer yoktur sınıfta. Sınıf iradeyi geliştirme ve tercihte bulunma vasıflarını kazanma mekânıdır.

     Burada kalbe yapılan bunca vurgu üzerine bir eklemede bulunma ihtiyacı ortaya çıkıyor. Nasıl bünyemiz akıl ve duygulara aynı anda mekân oluyorsa benzer şekilde günlük hayatımızda, eğitim ortamında da kalpten dolayısıyla duygulardan söz ettiğimizde aklı askıya almanın yanlışlığını belirtmek durumundayız.  Aksi halde kalp ve onun kaynaklık ettiği duygulardan söz edildiğine hemen akla, evet akla, Goya’nın “Aklın Uykusu Canavarlar Üretir” adlı tablosunun gelmesi kaçınılmaz olur. Aklın çerçevesini çizip sınırlandırdığı eğitim ortamındaki sertliğin, soğukluğun getireceği üşüme karşısında ise insanın yardımına kalbin getireceği yumuşaklık ve sıcaklık yetişir.

    Kalbin işlevi, uzvu olduğu organizmada en uçlara kadar her bir tarafa gereken oksijen ve besinleri taşımakla gerçekleşiyorsa öğretmen de sınıfta kavrama biçimleri ve seviyeleri farklı, ilgileri değişik, kişilik özellikleri bambaşka öğrencilere ulaşma becerisini göstermek durumundadır. Öğrencilere ulaşmaya çalışırken duyguların yardımına başvurmak ise geçerli bir yol olsa gerektir.

     Eğitimin her aşamasında başarıyı gerçekleştirmek ve olabildiğince yaygınlaştırmak, ülke olarak sahip bulunduğumuz zihin kapasitesini yüksek düzeyde harekete geçirmek, güzel sanatlardan doğa bilimlerine ve sosyal bilimlere kadar her alanda parlak zekaları keşfederek geleceğin Türkiye’sinde öncülük yapacak noktalara gelmelerinin yolunu açmak ve bunların uluslararası düzeyde isim yapmalarını sağlamak, Türk toplumu olarak ihtiyacımız olan iş gücünü yetiştirmek, böylece ülke olarak yetkinliğe ulaşma yolunda mesafe kat etmek için eğitimde öncülüğün öğretmende olduğu öncelikle sınıfta kendini göstermelidir.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ASFALTA ÖFKE, GÖĞE MERHABA

                                                   Yan bakıyorsun. Alışveriş merkezleri nefes aldırmayan. Asansör inatla inip çıkan. Çok katlı binalar kalabalığı. Balkon ayakları yerden kesen. İç içe girmiş apartmanlar. Binalar iç içe girdikçe insanlar birbirinden uzaklaşan, katlar üst üste bindikçe, daireler yan yana geldikçe birbirine yabancılaşan. Binalar yükseldikçe insan alçalan. Aşağıda asfalt toprağa ulaşmayı imkânsızlaştıran. Asfalt genişledikçe insan daralan. Eşya parladıkça insan tozlanan.     Lanetliyorsun. Bankalar çoğaldıkça insan yoksullaşan. Mevduat büyüdükçe insan harcanan. Para semirdikçe insan pullaşan. Gece parlak sokak ışıkları, renkli vitrinlerle kararan gökyüzü. İnsan teknolojik aletlere, bilimsel teorilere ku...

DERVİŞİN ZİKRİ

                              Yerine göre suskunluğun dahi kendini ifade etmede benimsenir bir yol olabileceği gerçeğini göz ardı etmeden bir ifade yolu olarak konuşmanın , söz söylemenin mahiyeti ni anlamaya gayret edelim. Konuşmanın aracı sesler, kelimeler, cümleler anlamın ancak onlara yüklenilen kadarını taşıyabilir. Buradan bütünüyle dile hâkim olunabileceği sonucu çıkarılmamalı elbette.      Anlaşma yöntemlerinin başta geleni,  kendini ifade etmenin en kolay yolu konuşma pek çok bakımdan sınırlılığa sahip. İnsan kendini ifade ederken içinde bulunduğu psikolojinin etkiden öte belirleyiciliği altında kalır. Söylemek istenileni hiçbir anlam kaymasına uğratmadan, aynıyla ifade etme iddiası, su içine batırılan termometre ile sıcaklık ölçmeğe benzer. Oysa ölçülen hiçbir zaman sadece su sıcaklığı olmayacaktır. Ölçüm, t...

İSMET ÖZEL’İN TAVRI

      İsmet Özel 'in  konuşmasına * iki unsurdan oluşan bir tavır egemendi. Başlıca unsur  rahatlık. Kurduğu cümlelerde, attığı kahkahada, yüzüne sinmiş tebessümünde, ses tonunda, yaptığı espride  bu rahatlık görülüyordu.  Onun tavrındaki rahatlığın kaynağını Müslümanlara hitap ediyor  oluş unda aramak gerekir. Bu durumun aynıyla dinleyiciler tarafından paylaşıldığını söylemek ise zor. Dinleyicilere  temkinlilik hali hakimdi.  Dinleyicilerin bu halinin, İsmet Özel'in  daha çok polemik peşindeki  gazetecilere söyledikleri ve internet sitelerinin abartarak öne çıkardıkları sözlerine gereğinden fazla kulak vermelerinden kaynaklandığı söylenebilir.  Elbette İsmet Özel'e "müslümanlara hitap ediyor olmanın rahatlığı" çok görülmemeliydi.      İsmet Özel'in tavrında göze çarpan diğer hususu olgunluk diye tanımlayabiliriz. Konuşmada kışkırtıcı bir ifade yoktu; küçümseyici sözcükler yer almıyordu; hat...

KENDİ HAKKINDA SUSKUN

     Kimi insanlarla pek çok konuda konuşmak, farklı alanlarda fikir alışverişinde bulunmak kolaydır; ta ki söz kendilerine gelinceye kadar. Kendi hakkında sır vermeyen, söz konusu kendisi olduğunda ketum kalmayı yeğleyen insanlar vardır. Buna sıra kendinden söz etmeye geldiğinde konuyu değiştirmeyi tercih edenlerle kendisi hakkında konuşmak için ilk hareketi karşısındakinden bekleme çekingenliğini gösterenleri de eklemeli.       Tevazuun göstergesi sayılabilir mi bu suskunluk? Gururdan kaçınmak için kişi kendi hakkında konuşmaktan geri mi durmalı? Kendini övme boyutuna varmadıkça gururdan söz etmek doğru olmaz. Ahlaki bir erdem olmakla birlikte tevazu kendini insanlardan yalıtmaya varacak bir suskunluğa mazeret teşkil etmez. Çoğu kere kendi hakkında suskun kalmak bir korunak arayışının sonucudur.  Kendini ele vermek istemez kimse. Bu durum her zaman suçlu olmaktan, başkalarının bilmediği günahların açığa çıkması korkusundan kaynak...

İHTİYAÇ HİSSETMEK

     İster bir yakınımız ister bir arkadaşımız olsun, birine ulaşmayı ne zaman düşünürüz? Birini aramak için harekete geçmeye sebep nedir? Maddi bir gerekçe olmadan biriyle görüşme isteği içimizde ne zaman uyanır? Biriyle dertleşme arzusunu kendimizden mi yoksa karşımızdakinden mi kaynaklanarak duyarız? Kendi derdimiz, karşımızdakinin derdi yanında ihmal edilmeli mi?  Hangi durumda ahlaka daha yakın durmuş oluruz? Bu sorular çerçevesinde biri/leri/ne ihtiyaç hissetmenin gerekçesi üzerinde düşünme yoluna koyulabiliriz.      İrtibat kurduğumuz kimseye “bana ihtiyacın olabileceğini düşündüğüm için seni aradım” demekle “seni aradım çünkü sana ihtiyacım var” demek bizi farklı yerlere konumlar. Bunlardan ilkine düşünceli, ikincisine bencilce bir davranış demek doğru bir değerlendirme gibi görünüyor. Oysa ilkinde gözetme varsa ikincisinde değer verme söz konusu. Birine değer verme, onu gözetmenin üstünde bir anlam taşır. Gözetme olumsuz anlam...

GÜÇLÜ OLMAK

     Hayata dü şe kalka de ğ il ayakta kalarak devam etmenin yöntemi olarak sunuluyor, güçlü olmak . Bu ifadenin insanı n müstağ nilik iddiası nı dile getirdiğ ini dü şün meden edemiyoruz. İ nsan kendinde bunu vehmediyor.  Böylece her i şe iddia ve hı rsla giri ş menin önü   açı lıyor. Güçlü olmak deyi şinin alt ı nda insanı n acziyet ini örtme gayreti seziliyor. Buna göre giri şti ğ i her işi istediği şekilde sonlandır mak, hedefine varmak için gereken şartlar ı her halükarda sağlamak kendi uhdesinde. Böyle bir zihin yapısının başardığı büyük işleri görmezden gelemeyiz elbet. Ancak bu zihin temeline dayanan hareket tarzı nın vardığı sonuçların insanlık için oldukça pahalı ya mal olduğunu görmek de o kadar zor değ il.      İ nsanın kendi sı nırlarını bilmesiyle hayatı nın kolayla şaca ğı , imkânsızlıklarının bilincinde olarak davranmasının kendine hayır getireceği izah gerektirmeyecek bir husustur. Yine de insan bö...

MAHALLE BASKIN OLMALI

    Toplum yerine millet  demekten yanayım. Toplum denildiğinde insanlar arasında olması gereken irtibatın yeterince kurulamadığı anlaşılıyor . Millet, toplum u aşan bir seviyeyi işaret ediyor. Millet te toplum da olandan fazlası var. Toplum ve millet kökenleri farklı  kelimeler olmakla birlikte asıl olarak anlamlarıyla farklılaşan iki kavram. "İnsanlar arasındaki  irtibatın gücüyle kurulan  bir yakınlığı  içinde  taşıyan millet in alt birimleri nelerdir?" sorusuna verilecek doğru karşılığın mahalle yi de içermesi gerektiğini düşünmek yanlış olmayacaktır.       Mahalle kendi sakinlerine geniş manada ev işlevi görür. Bu işlev en başta mahallenin güvenli bir yer oluşuyla tezahür eder. Günümüzde pek kalmayan yapısıyla  bakkalı, camisi, komşulukları, yaşlıları, cenazeleri, düğünleri ile insana yaraşan bir havanın teneffüs edildiği ve insanlar arası sıcaklığın hissedildiği...

KARMAŞIK

     İnsanın harcı nedir? Basitliğe talip olmak mı? İnsanın basiti/basitliği talep etmesini doğal mı karşılamalı? İnsan için uygun olan karmaşık olandan kaç(ın)mak mıdır? Bu sorulara karşılık bulmaya çalışırken varlığa yönelme yi öne alarak işe girişmeli. Mevcudat ı dikkate alarak, mahlûkat ı fark ederek girişilecek cevap arayışı gerçeğe kapı aralar. İnsan, tabiatı basit olarak mı algılıyor? Topluma yöneldiğimizde karşımıza çıkan yapı basit mi? İnsan anlamak gayesiyle kendine baktığında gördüğünü basitlikle vasıflandırabilir mi?      Mevcudata yönelecek dikkatli nazar gördüğünün basitlikten uzak oluşu karşısında belki hayrete düşecek. Tabiattaki oluş un karmaşık mahiyetini görmek hayreti artıracak. Toplum hakkında söylenenlere kulak vermek kadar toplumda yaşananlara dikkat kesilmek ise buradaki yapının karmaşıklığını görmek için yeterli olacaktır. Nazarımızı yönelttiğimiz alanlarda fark edilen çok yönlü, karmaşık durum bunları anlama gayretin...

SIRADANLAŞMA

     Bilinçli olarak sıradanlaşma demeyi seçtim, sıradanlaştırma demek yerine. Çocuklarla acizler üzerinde tahakküm kurulması anlaşılabilir, ancak kendi düşüncesini ve eylemlerini belirleme iddiasında bulunan insanlar için söz konusu olan sıradanlaşma dır. Yani gönüllüce yapılan, benimsenen bir durumdan söz ediyoruz. İlkinde köleliğe maruz kalınmakta, ikincisinde ise aynı zamanda köleliğe rıza gösterilmektedir.      Sıradanlaşmanın zihinlerde başladığını tespit etmek zor değil. Zihinlerde başlayan sıradanlaşmanın, ortalamaya razı oluş un hayata yansıması uzun sürmeyecektir. Peki, zihinlerin alelusul, üstün körü düşünme yoluna girmesi nasıl imkân dahiline girmektedir? Bu durumun gerçekleşmesi o kadar kolay olmasa gerek. Sistemli bir çabanın sonunda ancak insanlar bu noktaya getirilebilir. Bir toplumun fertlerinin zihinleri iğdiş edilmiş insanlar haline gelmeleri planlı çabaların sonucu olabilir ancak. Bu yolda en kullanışlı araç eğitimdi...

BİR KİŞİLİK TİPİ

     İnsanlarla konuşurken bir geri çekilme hali… Hep bir alttan alma tavrı... Çehreye sinmiş bir mahcubiyet… Bakışlarda haykıran bir yalvarış… Bedenden yansıyan bir özür dileme durumu… İçten içe bir yenilgiyi kabulleniş, mağlubiyete rıza…      Kişi kendine bir yol bulmalı diğer insanlara varan. Dik duruş bu yolu tıkayan değil açan; daraltan değil genişleten etkiyi doğuracaktır. Geri çekilme karşıdakini nezaketten uzaklaştırır, kabalığa sürükler. Alttan alma tavrı küstahlıkla karşılanma riski taşır. Bakışlarda haykıran yalvarış her seferinde anlayışla karşılanmayı davet etmeyebilir. Özür dileyen beden fotoğrafı ise kendini korumada büyük zafiyet göstergesi olabilir ancak.      Kişiyi insanlarla iletişime geçerken halinde geri çekilmeye yönelten, tavrında alttan almaya iten etkenler nelerdir? Niçin çehre mahcup bir görüntü almaktadır? Gözleri yalvarır kılan nedir? Bedenin büsbütün özür diler hali nereden kaynaklanmaktadır...