İster bir yakınımız ister bir arkadaşımız olsun, birine ulaşmayı ne
zaman düşünürüz? Birini aramak için harekete geçmeye sebep nedir? Maddi bir
gerekçe olmadan biriyle görüşme isteği içimizde ne zaman uyanır? Biriyle
dertleşme arzusunu kendimizden mi yoksa karşımızdakinden mi kaynaklanarak
duyarız? Kendi derdimiz, karşımızdakinin derdi yanında ihmal edilmeli mi? Hangi durumda ahlaka daha yakın durmuş
oluruz? Bu sorular çerçevesinde biri/leri/ne ihtiyaç hissetmenin gerekçesi üzerinde
düşünme yoluna koyulabiliriz.
İrtibat kurduğumuz kimseye “bana ihtiyacın olabileceğini düşündüğüm için
seni aradım” demekle “seni aradım çünkü sana ihtiyacım var” demek bizi farklı
yerlere konumlar. Bunlardan ilkine düşünceli, ikincisine bencilce bir davranış
demek doğru bir değerlendirme gibi görünüyor. Oysa ilkinde gözetme varsa ikincisinde değer
verme söz konusu. Birine değer verme, onu gözetmenin üstünde bir anlam
taşır. Gözetme olumsuz anlam içermese bile değer vermenin gerisinde kalır. Birini
gözetirken bir hiyerarşi devreye
sokulmakta birine değer verirken ise
konumlar eşitlenmektedir. İnsanlar arasındaki sahici irtibatın gözetmekten çok
değer vermekle sağlanacağını söyleyebiliriz.
Biriyle irtibata geçme gerekçemiz aynı zamanda onunla olan bağımızın
gücünü ortaya koyar. Kardeşimizle yahut arkadaşımızla aramızdaki bağın
sağlamlığını böylece test edebiliriz. İnsanlar arası ilişkilerin samimiyetinden
bu vesileyle söz edilebilir.
İnsanın insana ihtiyacı olur. Birilerine ihtiyaç hissetmek müstağnilikle
alakayı kesmek demektir. Aciz olduğumuzun bilincine varmanın işaretidir. İnsan
dünyada bulunmakla büyük sorumluluklar üstlenmiştir. Bu ağır sorumlulukların
altından kalkmak isterken her adımda tıkanmayla yüz yüzedir. Tıkanıklığı aşmak
için harekete geçmek birilerine ihtiyacı gündeme getirir. İnsanın "artık
kimseye ihtiyaç duymuyorum" diyebileceği bir aşama yoktur. Böyle
diyebilmek insanlığından ödün verme, giderek vazgeçme anlamı taşır. Mesela
kendini bir taş olarak kabul etmekle eşdeğer bir durumdur. Oysa insanlığımızı
sürdürmemiz ancak ihtiyaç hissini kaybetmemekle mümkün.
Birilerine ihtiyaç hissetmek birilerinin de bize ihtiyaç duyabilecekleri
gerçeğini iptal etmez. Birilerine ihtiyaç hissetmek büyük dairedir, birilerinin
bize ihtiyaçlarının olabileceği ise küçük dairedir. Küçük daire büyük dairenin
içindedir. Birilerine ihtiyaç hissini öne almakla birilerinin de bize ihtiyaç
duyabileceği ihtimalini kabullenmiş oluruz. Böylece insani hasletler bakımından
derece kesbetme imkânı doğar. İnsanın terakki, tekâmül imkânı gördüğü tarafa
yönelmesiyse kısmetinin kesilmediğinin kanıtıdır. İnsanın kendini yukarılara
çıkaracak tutamaklara bırakmamacasına yapışması otraya koyabileceği en doğru
tavır olsa gerek.
İnsanın dünyasının sınırları insanın dünyayla kurduğu bağla şekillenir.
İnsanın dünyayla kurduğu bağ insanın dünyasının genişliğinden etkilenir. İnsanın dünyası kendisinden ibaret olmayıp
ailesini, arkadaşlarını, toplumu dışarıda bırakmaz. İnsanın, ailesi,
arkadaşları ve toplumla var olan irtibatı çıkar esaslı değildir; daha çok
mecburiyete dayanır. Başka seçenek yoktur insanın önünde. Bu mecburiyet
sayesinde ayakta kalmayı başarır insan, sadece ayakta kalmak değil insan kalmak
da bu sayede mümkün. Ruh sağlığımızı bu mecburiyete borçlu olduğumuzu
söyleyebiliriz. Bu mecburiyeti kendisi için üretken ve canlı kılmak insana
kalmıştır.
Birinin acısını dindirmeye uğraşmak kendi yaralarımızın sağalmasına
yardım eder. Yalnızlıktan kurtarmaya çalıştığımız kişinin dünyasıyla zenginleşiriz.
Korkularını kırmaya yeltendiğimiz kimse cesaretimizi uyandırır. Sıkıntıyı
yenmesi için didindiğimiz kimsedir huzura ermemize vesile olan. Ancak
bilgilendiren bilge olmaya adaydır. Yaralarımızın sağalması peşindeysek,
dünyamızın zenginleşmesi arzusundaysak, korkudan cesarete ermekse niyetimiz,
bir parça huzursa aradığımız, bilgelikten pay almak emelindeysek yapılması
gereken bizi birilerine ulaştıracak yolu bularak o yolda yürümektir.
Yorumlar
Yorum Gönder