Bilinçli olarak sıradanlaşma demeyi seçtim, sıradanlaştırma
demek yerine. Çocuklarla acizler üzerinde tahakküm kurulması anlaşılabilir, ancak kendi düşüncesini ve
eylemlerini belirleme iddiasında bulunan insanlar için söz konusu olan sıradanlaşmadır. Yani gönüllüce yapılan,
benimsenen bir durumdan söz ediyoruz. İlkinde köleliğe maruz kalınmakta, ikincisinde
ise aynı zamanda köleliğe rıza gösterilmektedir.
Sıradanlaşmanın zihinlerde başladığını
tespit etmek zor değil. Zihinlerde başlayan sıradanlaşmanın, ortalamaya
razı oluşun hayata yansıması uzun sürmeyecektir. Peki, zihinlerin alelusul, üstün körü düşünme yoluna
girmesi nasıl imkân dahiline girmektedir? Bu durumun gerçekleşmesi o kadar
kolay olmasa gerek. Sistemli bir çabanın sonunda ancak insanlar bu noktaya
getirilebilir. Bir toplumun fertlerinin zihinleri iğdiş edilmiş insanlar haline
gelmeleri planlı çabaların sonucu olabilir ancak. Bu yolda en kullanışlı araç
eğitimdir. Zihinleri doğru düşünmekten alıkoyacak şekilde eğip bükmenin bir
aracı. Böylece toplumun başkalarının
hesabını devre dışı bırakacak, kendi esenliğini gözetecek yol ve yordamları
aramaktan geri duracağı noktaya gelmesi sağlanmış olacaktır. Kendi toplumu için eğitimde üstün bir
seviyenin tutturulması yerine düşük seviyeyi seçenler sıradanlaşmanın asıl sorumlularıdır.
Sıradanlığın toplumun geneline yayılması ve bütün hayatı kuşatır hale gelmesi, insanları
henüz yetişme devrelerinde dışarıdan yönlendirmelere meyyal şekle sokan,
edilgen kılan çabaların başarılı olması dolayısıyladır.
Toplumdaki tezahürlerine şöyle bir göz
atmak bizi sıradanlaşmanın hangi boyutlara vardığını ayrıca ispata ihtiyaç
bırakmayacaktır. Bir aralar mağaza tabelaları neredeyse ecnebi memleketinde olduğumuzu
düşündürecek ölçüde yabancı dilden kelimelerle doluydu. Bundan hala da
vazgeçilmiş değil. Türkiye’de üretilen
en basit ürünlerin üzerindeki marka adları dahi yabancıydı. Küçük bir atölyede
imal edilmiş bir ürünün adının Türkçe olmayışının sebebini o malın üreticisi
yabancı markalara olan tüketici ilgisiyle açıklıyordu. Bu demekti ki bir
topluma mensup insanlar kendi ülkelerinin sınırları içinde ve kendi insanları tarafından
imal edilmiş mallara boykot edercesine sırt çevirmiş ve dışarıdan gelen ne
idüğü belirsiz şeylere iltifat ediyordu. Aslına bakılırsa insanlar dış etkilere
bu kadar açık bir haldeyken, bir mensubiyet kaygısından söz etmek abes olurdu.
Bu tabela örneğinde dikkat çeken bir başka yön ise insanların kendi dillerinden
bu kadar kolay vazgeçmeleriydi. Bir
topluma mensup fertlerin dillerine sahip çıkmadan üstün niteliklere erişmeleri
nasıl mümkün olabilir? Diline sahip
çıkmayan bir toplum düşünülebilir mi?
Genel geçer anlayışların cazibesine
kapılma kolaycılığı sıradanlaşmanın göstergelerinden biri. Öyle ki zihinlerde
en ufak kuşku bile kalmaz genel geçer anlayışlar karşısında; genel geçer
anlayışlara kapılma kolaycılığı insanların kafalarında sorulara yer bırakmaz.
İnsanlar yaygınlaşma hızı, benimsenme kolaylığı, kullanışlılığı dolayısıyla
kıymetine, insana yaraşıp yaraşmadığına bakmaksızın bir fikre kapılırlar. Hayatı
kuşatmışlığı sorun edilmeyen, insanı tutsak kılması görmezden gelinen teknolojinin
bir nimet olarak yüceltilmesi böyle bir fikir.
Bir toplumu ayakta tutacak ve geleceğe
taşıyacak en önemli dayanak noktası, toplumun bir hedefe sahip oluşudur. Sıradanlaşmanın
sebepleri üzerinde düşündüğümüzde toplumun bir hedeften yoksunluğu üst sırada yer
alır. Buradan fertlerine bir hedef
gösterme yetkinliğinden uzak böylece sıradanlaşmış fertlerden müteşekkil bir
toplumun çöküşünün şaşırtıcı olmayacağı gerçeğine ulaşmak zor olmaz. Yüksek
hedefler peşinden gitmek bir toplumu yüceltir. Yüksek hedefleri olan bir
toplumun fertleri üstün niteliklere erişmenin yollarını er geç bulur. Yüksek
hedefler sunmakla fertlerini aleladelikten kurtarmış, sıradanlıktan korumuş bir
toplum üretken, canlı bir hayatı yürürlüğe sokabilir ve öyle ki bu hayat başka toplumlarca
özenilecek, gıpta edilecek bir çekim gücü kazanacak yetkinliği çok gecikmeden
gösterir. Elbette ki yüksek ufuklara gözünü dikmiş bir toplum tüketimi yaşam
tarzına dönüştürmüş toplumları küçük görür, kendilerine verilmiş dünya hayatını
heba etmelerinden dolayı onlara ancak acıma duygusuyla yaklaşır; öyle
toplumlara öykünmeyi bir an bile aklının ucundan geçirmez.
Yorumlar
Yorum Gönder