Toplum yerine millet demekten
yanayım. Toplum denildiğinde insanlar arasında olması gereken irtibatın yeterince
kurulamadığı anlaşılıyor. Millet, toplumu aşan bir seviyeyi işaret
ediyor. Millette toplumda olandan fazlası var. Toplum ve millet kökenleri farklı kelimeler olmakla birlikte asıl
olarak anlamlarıyla farklılaşan iki kavram. "İnsanlar arasındaki
irtibatın gücüyle kurulan bir yakınlığı içinde taşıyan milletin
alt birimleri nelerdir?" sorusuna verilecek doğru karşılığın mahalleyi de içermesi gerektiğini düşünmek yanlış
olmayacaktır.
Mahalle kendi
sakinlerine geniş manada ev işlevi görür. Bu işlev en başta mahallenin
güvenli bir yer oluşuyla tezahür eder. Günümüzde pek kalmayan
yapısıyla bakkalı, camisi, komşulukları, yaşlıları, cenazeleri, düğünleri
ile insana yaraşan bir havanın teneffüs edildiği ve insanlar arası sıcaklığın
hissedildiği bir ortamdır mahalle.
Çok katlı binaların yaygınlık
kazanmasıyla mahalle oldukça büyüyerek mahalle olmaktan çıkmış, insanların
birbirlerini tanımadığı, aynı apartmanın sakinlerinin dahi birbirinden habersiz
yaşadığı bir hale bürünmüştür. Zaten bu
kadar çok insanın tanış olmaları imkân harici. Mahallenin bu boyutlarda büyümesi
onu şehre dönüştürmüştür. Her mahalle başlı başına bir şehirdir artık. Böylece mahalle
yok olmuştur. “(Oysa) insanlar bir mahallede yaşıyordu, tek tek birbirlerini
tanıyorlardı. Hasta, fakir biliniyordu.”[1]
Şehrin kalbi mahallede atar. Mahalle
ülkede iç huzurun yaşandığı hallerde üstlendiği bu işlevini dıştan gelen
tehlikelere maruz kalındığında da görecektir. Mahallenin şehir için merkez olma
işlevi ve ardından ülke için merkez işlevi görmesi milletin tabii organizasyonunun önemli bir birimi olması
dolayısıyladır. Bu “tabiilik” kendiliğindenlik demek olmayıp belki yüzlerce
yıla yayılan “iç”teki toparlanma çabaları yanında “dış”a yönelik direnme
mücadelelerinin sonucudur.
Turgut Cansever mahallenin “insanların bilinçle katıldığı yüksek bir
kültürün sağladığı imkânlar ile gerçekleştirilmiş olduğunu” ifade eder. Çevreye itina, hat sanatı, müzik ve şiirin
unsurları olduğu bir kültürden söz ediyoruz burada. Sömürgecilerin İslam
ülkelerinde tekkelerle birlikte
öncelikle önemli bir sosyal kurum olarak mahalle
teşkilatlarını hedef almış olmaları hayli dikkat çekicidir. Çünkü bu
kurumlar milletçe oluşturulmuş örgütler olup işgalcilere direnişte etkiliydi.[2]
“Hayatın her alanının biçimlendirildiği, neredeyse insana özgür hareket
edebileceği bir yörenin bırakılmadığı günümüzde insanın kendi dünyasında nefes
alma imkânlarını araştırırken mahalle
bunun gerçekleştirilmesine elverişli bir ortam olabilir mi?” sorusu anlam
kazanıyor burada. İnsan üzerinde hegemonya kurma çabalarının insanlar arasında kurulacak
sahici münasebetler yolu ile sekteye uğratılabileceği düşüncesi böylesi bir
sahiciliğin gerçekleştirilebileceği bir mekân olarak mahalleye götürür bizi. Mahallenin var kılınabileceği fikri “İnsan
için başka bir dünya mümkündür.” görüşüne duyulan güvenin sonucudur.
Hayatın her alanının biçimlendirilmesi, insana özgür hareket edebileceği
bir yörenin bırakılmayışı, dolayısıyla insan üzerinde kurulan hegemonya
şeklinde tezahür eden modern kuşatmanın
yarılabilmesi ve giderek aşılabilmesi evrensel çapta karşı koyuşlarla
başarılacak gibi gözükmüyor. Çünkü kuşatmanın merkezi böylesi karşı koyuşları
rayından çıkaracak araçlara fazlasıyla sahip. Direnme, karşı koyma, inisiyatif
elde etme imkanları yerele yöneldikçe, mücadele alanının sınırları belirginleştikçe
ihtimal dahiline girecektir. Sınırları belli bir alanda gerçekleştirilen çabalar
sonuç alma bakımından evrensel çapta yapılacaklara hem önceliklidir, hem de tercih edilir. İşte başlangıç olarak
sınırları belirgin saha mahalle olabilir. Millete
ulaşmak için kalkış noktası burasıdır.
İnsan için yeryüzünde bulunuş gayesinin gerektirdiği ölçüler istikametinde
davranmak ertelenemez bir ödevdir. Buna
uygun bir yapı kurmak dolayısıyla ihtiyaç duyulan mekân insani erdemlerin boy
verebileceği ortamı sağlar. Mahalle
yaratılıştan getirdiği şerefini varlığında taşımayı başlıca görevi bilen
fertlerin hayat sahasıdır. Günümüzde insan “şeref”ine yönelmiş silahlar karşısında
teslim olmamak borcunu kendine böylesi alanlarda istinatlar bularak ödeyebilir.
15.11.2010, Köylükent
yukselgel@mynet.com
Yorumlar
Yorum Gönder