Hayata düşe
kalka değil
ayakta kalarak devam etmenin yöntemi olarak sunuluyor, güçlü
olmak. Bu ifadenin insanın müstağnilik iddiasını dile getirdiğini düşünmeden edemiyoruz. İnsan kendinde bunu vehmediyor.
Böylece her işe iddia ve hırsla girişmenin önü açılıyor.
Güçlü
olmak deyişinin
altında insanın acziyetini
örtme gayreti seziliyor. Buna göre giriştiği her işi istediği şekilde sonlandırmak,
hedefine varmak için gereken şartları her halükarda sağlamak kendi uhdesinde. Böyle bir zihin
yapısının başardığı büyük işleri görmezden gelemeyiz
elbet. Ancak bu zihin temeline dayanan hareket tarzının
vardığı
sonuçların insanlık
için oldukça pahalıya mal olduğunu görmek de o kadar zor değil.
İnsanın
kendi
sınırlarını
bilmesiyle
hayatının
kolaylaşacağı,
imkânsızlıklarının bilincinde olarak davranmasının kendine hayır getireceği
izah gerektirmeyecek bir husustur. Yine de insan böbürlenmekten aldığı hazza
yenik düşerek sınır tanımamakta/sınırlarını kabullenmemekte direniyor.
Tabiat karşısında
insanın yetersizliğinden söz etmek meseleyi kavramak için en iyi yol aslında.
Teknolojideki
baş
döndüren gelişmeler tabii felaketler dolayısıyla
uğranılan
zararları engellemekten
oldukça uzak. Uğranılan zararları sadece yeterli önlemin alınmayışıyla
izah edemeyiz.
Ne kadar da önlem alınsa tabii felaketleri büsbütün ortadan kaldırmak imkân
harici. İnsan bu noktada aczini kabul etmek zorunda.
Hastalıklar
karşısında insanın çaresizliğini, gücünün sınırlarını kolaylıkla
fark edebiliyoruz. İnsan beslenmesine yeterince dikkat etse; yaptığı
işlerde bedensel sağlığı için gereken özeni gösterse, ruhsal yönden sağlığını
koruma hususunda elinden geleni yapsa dahi hastalıklardan/rahatsızlıklardan
emin olamaz.
Mutlaka bir yerlerden bedensel yahut başka türlü zafiyetler kendini göstermekte
gecikmez.
Ölüm
karşısındaki konumunu hatırlamak insanı güçlü olmak
iddiasından büsbütün vazgeçirecektir. Çünkü ölüm çoğu kez
habersiz gelen misafir olarak karşımıza çıkar. Ölüm sağlık, gençlik, dinçlik
dinlemeden gelir. Ölüm geldiğinde vakti değil denilemez, şimdi yeri mi diye
sorulamaz. İnsana sınırlarını hatırlatan, aczini bildiren hayatın en
önemli gerçeklerindendir ölüm; ertelenemeyendir.
Güçlü olmak
iddiasıyla mı, yoksa ahlakı temel alarak mı eyleme geçmeli? Eylemlerimize gücün
yön vermesi ile ahlakın yön vermesinin bizi ulaştıracağı sonuçlar farklı
olacaktır. Gücünü öne çıkararak eyleme
geçmesi insanın ahlaki davranma kaygısından uzaklaşmasına yol açar.
Başkalarına, çevreye zarar vermekten çekinmez güçlü olmak iddiasının
sahibi.
Güçlü
olmak peşindeki insan güç toplamak, gücünü perçinlemek amacıyla daha baştan
yanlışların ağına düşmekten kurtulamaz. Başkalarının kendinden güçlü olduğunu
düşünmesiyle birlikte onlara güç yetirmek için atacağı adımlar
yanılgılarını körükler.
Tabiat karşısında
yetersizliği,
hastalıklar
karşısında zayıflığı, ölüm karşısında acizliği göz önüne alındığında insanın güçlü olmak iddiasının
bir vehimden ibaret olduğu gerçeği belirginleşir.
İnsana düşen
acziyetini itiraf etmektir. Sınırlarını bilerek, aczini kabullenerek güçlü olmak
hevesinden vazgeçtiği noktada insan hak ettiği konuma ermiş demektir. Yetersizliğini
kabullenmek suretiyle insan, felaha
bir adım daha yaklaşır. İnsan zayıf yaratılmış olduğunun bilinciyle hayatın
dünyadan ibaret olmadığı kavrayışını elde eder. Bu kavrayışın sağladığı hesap
verme endişesi onu kulluk konumuna yerleştirir.
yukselgel@mynet.com
Yorumlar
Yorum Gönder