Ana içeriğe atla

HİKÂYE TÜRÜNÜN UĞRAKLARI

 

     Modern Öykü Kuramı başlıklı çalışmanın önemi yazarın bütün eserlerinde dikkat ve çabasını hikâye türüne hasretmiş olmasından geliyor. Öyküye yönelmiş dikkatin aynı zamanda beraberinde edebiyata yönelişi içermesi ve öykücünün de aynı zamanda bir edebiyatçı olması sebebiyle diğer türlere yönelmiş dikkatin dahi hikâye için malzeme arayışının bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz.[1] Hikâyeye verilmiş, bilhassa hikâyeye verilmiş, emeğin verimiyle karşı karşıyayız. Edebi eserler yahut edebi eserleri konu edinen çalışmalar için bir yazarın başarısında ölçütlerden birinin yazarın bir tür üzerine yoğunlaşması olduğunu söyleyebiliriz. Bu çalışmanın önemini ifade ederken hikâye kuramı üzerine Türkçede derli toplu çalışmaların yokluğu yahut yetersizliğini de eklemek gerekir. Kitapta müstakil bir başlık olarak yer almasa da -Öykümüzün Serüveni tercih edilmiş, aynı tercihle Öykümüzde Yenilikçi Arayışlar derken de karşılaşacağız- Türk öykücülüğü[2] tanımlamasının kitapta yeri geldikçe çekincesiz kullanılıyor olması tespitlerin isabetliliğinin de habercisi. Burada isimlendirme bahsinde yazarın diğer iki çalışmasının isimlerini anmakla yetinelim: Türk Öykücülüğünde Rasim Özdenören, Türk Öykücülüğünde Mustafa Kutlu.

     Modern öyküden söz ederken öncelikli olarak işin modern kısmına büyüteci tutmak gerekiyor. Yazar bu hususta modernite ve modernizm ilişkisini ele alıyor. Modern sanatı modernizmle karşılarsak işimiz kolaylaşır. Böylece modernizmin moderniteye karşı konumlandığını görürüz. Modernite insanlık tarihinde büyük bir kırılmanın adıdır. Eğer bir eski dünya ve bir yeni dünyadan söz edilebilirse burada modenite ile karşılaşacağız hem eski dünyadan kopuşu hem de yeni dünyanın aldığı şekli anlama yönünden. Sanayileşme, yüz binlik şehirler, insan emeğinin sömürülmesi modernitenin yıkıcı yüzüyle hesaplaşmayı sanatçıların önüne koymuştur. İnsanlığın karşı karşıya kaldığı bu yeni durumla sanatın, edebiyatın geleneksel biçimleri kullanılarak mücadele edilemeyeceği anlaşıldığından modern sanatın geliştirilen araçları ile cevap verme yoluna gidilmiştir. Bu noktada öykü merkezli iki evreden söz edilebilir: İlk evrede modern öykünün kendisi modernite karşısında ortaya çıkmış, ikinci evrede ise öyküde modernist yaklaşım modernite eleştirisinde zirve yapmıştır.

     Modern Türk hikayesinin serüveni, kitap boyunca hem Batılı milletlerin edebiyatlarında -kısmen diğer milletlerin edebiyatlarında- öykünün gelişimi paralelinde de hem kendi içindeki dönüşümler çerçevesinde ele alınmakta. Okuyucu olarak bu gelişim ve dönüşümün evrelerine tanıklık etmekteyiz. Olay hikayesinden durum hikayesine, modernist eğilimden postmodern yaklaşıma, büyülü gerçekçilikten hikâyede bilinçdışının kullanımına kadar bu gelişme ve evrilmelerin başlıca konu başlıkları sayılabilir. Sanatını hikâyeleri ile ortaya koymuş ve bu türdeki eserleri ile öne çıkmış isimler (Ömer Seyfettin, Memduh Şevket Esendal, Sait Faik, Mustafa Kutlu…) yanında kadri bilinmemiş, ismi gerilerde kalmış ancak başarılı hikâyeciler (Kamuran Şipal, Sevim Burak, Ayhan Özfırat, Erdal Öz…)  de değerlendirmelere dâhil edilmek suretiyle Türk öyküsünü geniş bir çerçevede görme imkânı elde tutulmuş oluyor. Şüphesiz kitaptan konusu Türk öyküsü olmadığı için öykümüzü tüm cepheleriyle ele almasını beklemek haksızlık olur. Dolayısıyla yazarın bu kitapta pek hatta hiç değinmediği öykücüler, mesela Tarık Dursun K. yahut Yaşar Kaplan hakkındaki değerlendirmeleri için diğer yazdıklarına müracaat etmek gerekecek.

     Necip Tosun, denebilir ki öyküyü postmodern açılıma kadar getirdikten sonra ağırlıklı olarak postmodern anlayışın, öyküde kullanılan anlatım teknikleri başta olmak üzere, izini sürecektir. Kabul edelim ki günümüz öyküsünü anlamak, bu öyküye nüfuz edebilmek için başka bir yol da gözükmüyor. Modern hikâyenin tüm birikimini özümlemek ve tortularından kurtulmakla birlikte günümüz öyküsünün postmodern eğilimin gölgesine sığındığını söylemek yanlış olmayacaktır. Elbet burası bütün son iddialarına rağmen öykü açısından varış noktası olmayacak yeni menzillere doğru yol alınmaya devam edilecektir. Üst kurmaca ve metinler arasılık günümüz öyküsünü anlamak için üzerinde durulması gereken iki husus. Üst kurmaca yöntemi ile metnin kurgusallığı sürekli hatırlatılmak suretiyle okuyucuya bir oyun karşısında bulunduğu bildirilmiş olmaktadır. Metinler arası teknikler olan pastiş, parodi ve kolaj vasıtasıyla yeni öykülerin kendinden önceki öyküleri görmezden gelerek yazılamayacağı kabulüyle önceki öykülere atıflar yaparak, onları dönüştürerek, biçim ve içerik yönlerinden başka edebi ürünleri deformasyona tabi tutarak yeni ürünler verilmesi yoluna gidilir.

     Kitapta ele alınan, söz etmeden geçemeyeceğimiz bir bahis de öyküde ironi. Sanatçılar öyküde vazgeçilemeyecek bir anlatım tekniği olarak ironiye türün başlangıcından günümüze kadar ürünlerini zenginleştirmek, anlatım imkânlarını genişletmek maksadıyla başvurmuşlardır. Sanatın hayata, dünyaya bakışının en temel ögesi denebilecek eleştiri diğer sanat dalları yanında öyküde ironik anlatımla kendini daha çok göstermektedir.

     Kapsamlı bir çalışmadan ana hatları ile söz etmekteyiz. Hikâyede anlatıcı, farklı bakış açıları, atmosfer oluşturma, olayın verilme biçimi, kahramanların yansıtılma tarzı, merkez-taşra görünümleri, toplumsal meseleleri sanat bünyesinde tartışma yolları, düşüncenin hikâyenin imkânları ile ortaya konması ele alınması ve değerlendirilmesi gereken hususlar.



[1] Burada edebiyatçının çabası ve bu çabanın bir türe hasredilmiş olması ile ilgili olarak internet ortamında mevcut bir videoyu hatırlatmak isterim: Mehmet Kaplan ve Cemal Süreya’nın Ahmet Muhip Dıranas’ın şiiri üstüne konuşmaları. Her iki konuşmacı da konu hakkında bir yerden okumadan ikide bir notlara bakma gereği de duymadan uzun olmayan bir sürede büyük bir vukufiyetle söz söyleyebilmekte. Videoya şuradan bakılabilir: https://www.youtube.com/watch?v=_qyYWVx9xMk

[2] Öyle ki malzemesinin dil olması sebebiyle edebiyatın ve edebi ürünlerin, o dili konuşan milletin adıyla adlandırılması gerekirken Türk edebiyatında edebi türler içindeki üstünlüğü ve gücü tartışmasız olan şiir için bile Türk şiiri demekten imtina edildiği durumlarla karşılaşmaktayız. İki örnek verilebilir: İlki, Murat Belge’nin Türk şiirini konu alan kitabını isimlendirirken Şairanede Şiirsele Türkiye’de Modern Şiir demesi; diğeri, Necmiye Alpay’ın Yaklaşma Çabası başlıklı çalışmasında Türk edebiyatı, Türk şiiri demekten geri durmamakla birlikte Türkçe şiir tamlamasını kullanması.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ASFALTA ÖFKE, GÖĞE MERHABA

                                                   Yan bakıyorsun. Alışveriş merkezleri nefes aldırmayan. Asansör inatla inip çıkan. Çok katlı binalar kalabalığı. Balkon ayakları yerden kesen. İç içe girmiş apartmanlar. Binalar iç içe girdikçe insanlar birbirinden uzaklaşan, katlar üst üste bindikçe, daireler yan yana geldikçe birbirine yabancılaşan. Binalar yükseldikçe insan alçalan. Aşağıda asfalt toprağa ulaşmayı imkânsızlaştıran. Asfalt genişledikçe insan daralan. Eşya parladıkça insan tozlanan.     Lanetliyorsun. Bankalar çoğaldıkça insan yoksullaşan. Mevduat büyüdükçe insan harcanan. Para semirdikçe insan pullaşan. Gece parlak sokak ışıkları, renkli vitrinlerle kararan gökyüzü. İnsan teknolojik aletlere, bilimsel teorilere ku...

DERVİŞİN ZİKRİ

                              Yerine göre suskunluğun dahi kendini ifade etmede benimsenir bir yol olabileceği gerçeğini göz ardı etmeden bir ifade yolu olarak konuşmanın , söz söylemenin mahiyeti ni anlamaya gayret edelim. Konuşmanın aracı sesler, kelimeler, cümleler anlamın ancak onlara yüklenilen kadarını taşıyabilir. Buradan bütünüyle dile hâkim olunabileceği sonucu çıkarılmamalı elbette.      Anlaşma yöntemlerinin başta geleni,  kendini ifade etmenin en kolay yolu konuşma pek çok bakımdan sınırlılığa sahip. İnsan kendini ifade ederken içinde bulunduğu psikolojinin etkiden öte belirleyiciliği altında kalır. Söylemek istenileni hiçbir anlam kaymasına uğratmadan, aynıyla ifade etme iddiası, su içine batırılan termometre ile sıcaklık ölçmeğe benzer. Oysa ölçülen hiçbir zaman sadece su sıcaklığı olmayacaktır. Ölçüm, t...

İSMET ÖZEL’İN TAVRI

      İsmet Özel 'in  konuşmasına * iki unsurdan oluşan bir tavır egemendi. Başlıca unsur  rahatlık. Kurduğu cümlelerde, attığı kahkahada, yüzüne sinmiş tebessümünde, ses tonunda, yaptığı espride  bu rahatlık görülüyordu.  Onun tavrındaki rahatlığın kaynağını Müslümanlara hitap ediyor  oluş unda aramak gerekir. Bu durumun aynıyla dinleyiciler tarafından paylaşıldığını söylemek ise zor. Dinleyicilere  temkinlilik hali hakimdi.  Dinleyicilerin bu halinin, İsmet Özel'in  daha çok polemik peşindeki  gazetecilere söyledikleri ve internet sitelerinin abartarak öne çıkardıkları sözlerine gereğinden fazla kulak vermelerinden kaynaklandığı söylenebilir.  Elbette İsmet Özel'e "müslümanlara hitap ediyor olmanın rahatlığı" çok görülmemeliydi.      İsmet Özel'in tavrında göze çarpan diğer hususu olgunluk diye tanımlayabiliriz. Konuşmada kışkırtıcı bir ifade yoktu; küçümseyici sözcükler yer almıyordu; hat...

KENDİ HAKKINDA SUSKUN

     Kimi insanlarla pek çok konuda konuşmak, farklı alanlarda fikir alışverişinde bulunmak kolaydır; ta ki söz kendilerine gelinceye kadar. Kendi hakkında sır vermeyen, söz konusu kendisi olduğunda ketum kalmayı yeğleyen insanlar vardır. Buna sıra kendinden söz etmeye geldiğinde konuyu değiştirmeyi tercih edenlerle kendisi hakkında konuşmak için ilk hareketi karşısındakinden bekleme çekingenliğini gösterenleri de eklemeli.       Tevazuun göstergesi sayılabilir mi bu suskunluk? Gururdan kaçınmak için kişi kendi hakkında konuşmaktan geri mi durmalı? Kendini övme boyutuna varmadıkça gururdan söz etmek doğru olmaz. Ahlaki bir erdem olmakla birlikte tevazu kendini insanlardan yalıtmaya varacak bir suskunluğa mazeret teşkil etmez. Çoğu kere kendi hakkında suskun kalmak bir korunak arayışının sonucudur.  Kendini ele vermek istemez kimse. Bu durum her zaman suçlu olmaktan, başkalarının bilmediği günahların açığa çıkması korkusundan kaynak...

İHTİYAÇ HİSSETMEK

     İster bir yakınımız ister bir arkadaşımız olsun, birine ulaşmayı ne zaman düşünürüz? Birini aramak için harekete geçmeye sebep nedir? Maddi bir gerekçe olmadan biriyle görüşme isteği içimizde ne zaman uyanır? Biriyle dertleşme arzusunu kendimizden mi yoksa karşımızdakinden mi kaynaklanarak duyarız? Kendi derdimiz, karşımızdakinin derdi yanında ihmal edilmeli mi?  Hangi durumda ahlaka daha yakın durmuş oluruz? Bu sorular çerçevesinde biri/leri/ne ihtiyaç hissetmenin gerekçesi üzerinde düşünme yoluna koyulabiliriz.      İrtibat kurduğumuz kimseye “bana ihtiyacın olabileceğini düşündüğüm için seni aradım” demekle “seni aradım çünkü sana ihtiyacım var” demek bizi farklı yerlere konumlar. Bunlardan ilkine düşünceli, ikincisine bencilce bir davranış demek doğru bir değerlendirme gibi görünüyor. Oysa ilkinde gözetme varsa ikincisinde değer verme söz konusu. Birine değer verme, onu gözetmenin üstünde bir anlam taşır. Gözetme olumsuz anlam...

GÜÇLÜ OLMAK

     Hayata dü şe kalka de ğ il ayakta kalarak devam etmenin yöntemi olarak sunuluyor, güçlü olmak . Bu ifadenin insanı n müstağ nilik iddiası nı dile getirdiğ ini dü şün meden edemiyoruz. İ nsan kendinde bunu vehmediyor.  Böylece her i şe iddia ve hı rsla giri ş menin önü   açı lıyor. Güçlü olmak deyi şinin alt ı nda insanı n acziyet ini örtme gayreti seziliyor. Buna göre giri şti ğ i her işi istediği şekilde sonlandır mak, hedefine varmak için gereken şartlar ı her halükarda sağlamak kendi uhdesinde. Böyle bir zihin yapısının başardığı büyük işleri görmezden gelemeyiz elbet. Ancak bu zihin temeline dayanan hareket tarzı nın vardığı sonuçların insanlık için oldukça pahalı ya mal olduğunu görmek de o kadar zor değ il.      İ nsanın kendi sı nırlarını bilmesiyle hayatı nın kolayla şaca ğı , imkânsızlıklarının bilincinde olarak davranmasının kendine hayır getireceği izah gerektirmeyecek bir husustur. Yine de insan bö...

MAHALLE BASKIN OLMALI

    Toplum yerine millet  demekten yanayım. Toplum denildiğinde insanlar arasında olması gereken irtibatın yeterince kurulamadığı anlaşılıyor . Millet, toplum u aşan bir seviyeyi işaret ediyor. Millet te toplum da olandan fazlası var. Toplum ve millet kökenleri farklı  kelimeler olmakla birlikte asıl olarak anlamlarıyla farklılaşan iki kavram. "İnsanlar arasındaki  irtibatın gücüyle kurulan  bir yakınlığı  içinde  taşıyan millet in alt birimleri nelerdir?" sorusuna verilecek doğru karşılığın mahalle yi de içermesi gerektiğini düşünmek yanlış olmayacaktır.       Mahalle kendi sakinlerine geniş manada ev işlevi görür. Bu işlev en başta mahallenin güvenli bir yer oluşuyla tezahür eder. Günümüzde pek kalmayan yapısıyla  bakkalı, camisi, komşulukları, yaşlıları, cenazeleri, düğünleri ile insana yaraşan bir havanın teneffüs edildiği ve insanlar arası sıcaklığın hissedildiği...

KARMAŞIK

     İnsanın harcı nedir? Basitliğe talip olmak mı? İnsanın basiti/basitliği talep etmesini doğal mı karşılamalı? İnsan için uygun olan karmaşık olandan kaç(ın)mak mıdır? Bu sorulara karşılık bulmaya çalışırken varlığa yönelme yi öne alarak işe girişmeli. Mevcudat ı dikkate alarak, mahlûkat ı fark ederek girişilecek cevap arayışı gerçeğe kapı aralar. İnsan, tabiatı basit olarak mı algılıyor? Topluma yöneldiğimizde karşımıza çıkan yapı basit mi? İnsan anlamak gayesiyle kendine baktığında gördüğünü basitlikle vasıflandırabilir mi?      Mevcudata yönelecek dikkatli nazar gördüğünün basitlikten uzak oluşu karşısında belki hayrete düşecek. Tabiattaki oluş un karmaşık mahiyetini görmek hayreti artıracak. Toplum hakkında söylenenlere kulak vermek kadar toplumda yaşananlara dikkat kesilmek ise buradaki yapının karmaşıklığını görmek için yeterli olacaktır. Nazarımızı yönelttiğimiz alanlarda fark edilen çok yönlü, karmaşık durum bunları anlama gayretin...

SIRADANLAŞMA

     Bilinçli olarak sıradanlaşma demeyi seçtim, sıradanlaştırma demek yerine. Çocuklarla acizler üzerinde tahakküm kurulması anlaşılabilir, ancak kendi düşüncesini ve eylemlerini belirleme iddiasında bulunan insanlar için söz konusu olan sıradanlaşma dır. Yani gönüllüce yapılan, benimsenen bir durumdan söz ediyoruz. İlkinde köleliğe maruz kalınmakta, ikincisinde ise aynı zamanda köleliğe rıza gösterilmektedir.      Sıradanlaşmanın zihinlerde başladığını tespit etmek zor değil. Zihinlerde başlayan sıradanlaşmanın, ortalamaya razı oluş un hayata yansıması uzun sürmeyecektir. Peki, zihinlerin alelusul, üstün körü düşünme yoluna girmesi nasıl imkân dahiline girmektedir? Bu durumun gerçekleşmesi o kadar kolay olmasa gerek. Sistemli bir çabanın sonunda ancak insanlar bu noktaya getirilebilir. Bir toplumun fertlerinin zihinleri iğdiş edilmiş insanlar haline gelmeleri planlı çabaların sonucu olabilir ancak. Bu yolda en kullanışlı araç eğitimdi...

BİR KİŞİLİK TİPİ

     İnsanlarla konuşurken bir geri çekilme hali… Hep bir alttan alma tavrı... Çehreye sinmiş bir mahcubiyet… Bakışlarda haykıran bir yalvarış… Bedenden yansıyan bir özür dileme durumu… İçten içe bir yenilgiyi kabulleniş, mağlubiyete rıza…      Kişi kendine bir yol bulmalı diğer insanlara varan. Dik duruş bu yolu tıkayan değil açan; daraltan değil genişleten etkiyi doğuracaktır. Geri çekilme karşıdakini nezaketten uzaklaştırır, kabalığa sürükler. Alttan alma tavrı küstahlıkla karşılanma riski taşır. Bakışlarda haykıran yalvarış her seferinde anlayışla karşılanmayı davet etmeyebilir. Özür dileyen beden fotoğrafı ise kendini korumada büyük zafiyet göstergesi olabilir ancak.      Kişiyi insanlarla iletişime geçerken halinde geri çekilmeye yönelten, tavrında alttan almaya iten etkenler nelerdir? Niçin çehre mahcup bir görüntü almaktadır? Gözleri yalvarır kılan nedir? Bedenin büsbütün özür diler hali nereden kaynaklanmaktadır...