16 ve 17. yüzyıllarda Türklerle ilgili pek çok kitabın Latince, Fransızca ve İtalyancadan İngilizceye tercüme edildiğini öğrenmek[1] dönemin dünyasını yakından bilmeyenler için şaşırtıcı gelebilir. O zamana kadar Latince, Fransızca ve İtalyancada Türklerle ilgili literatürün veya Türklerden bahseden kitapların yekununu düşünmek ise hayrete sebep olabilir. İngilizlerin Türklerle teması I. Haçlı Seferi’ne kadar gitse de “İngiltere’de Türklere karşı hakiki ve devamlı bir alaka ancak XVI. asır ortalarında uyanmıştır.” Dolayısıyla İngilizcede Türk tarihi, gelenekleri ve askerî teşkilatlarını ele alan kitapların neşredilmeye başlanması Kanuni dönemine girildikten bir süre sonradır.[2]
17.yüzyılda yaşamış önemli bir sima olan
İngiliz yazar Sir Thomas Browne’ın eserlerinde
Türklerden önemle söz edilmesi, 16. ve 17. yüzyıllarda Şark milletlerini konu edinen
İngilizcede yazılmış piyeslerin en fazla sayıdakilerinin Fatih Sultan Mehmet’le
ilgili olması, 1620’de neşredilmeye başlayan ilk İngiliz gazetelerinde hatta
daha öncesinde basılmış risalelerde çizilen Türk imajı, Türk korkusunun
tezahürlerindendir.
Browne’ın Türkiye’ye ilgisinin kaynağına
bakıldığında asıl mesele Türklerin Hıristiyanlar için oluşturduğu tehdidin
büyüklüğüdür. Türkler karşısında duyulan bu korku önceki asırdan gelmektedir,
sonra da devam edecektir. Türkler Hıristiyanlar için gittikçe daha büyük tehdit
olarak görülmekte, Hıristiyan aleminin Türklere karşı korunması için kiliselerde
dualar okunmakta böylece yaşanmakta olan Türk korkusu Türklere karşı bir ilgiyi
de uyandırmaktadır.
Batı’daki literatürde yer alan ülkemizle ilgili adlandırmalarda “Osmanlı” değil de “Türkiye”, “Türk” denilmesi ve “Türk İmparatorluğu”, “Türk imparatoru” ibarelerinin kullanılmış olması dikkat çeken hususlardandır. Bu durum Türk’ün kendini dünya tarihinde bir taraf, üstün taraf olarak göstermiş olmaklığına dayanır.
1595 tarihli H. Hartwell’in mektubunda
geçen “Türklerin gücünün gittikçe büyüdüğünü ve ebedileştiğini,
düşmanlarının da bir o kadar bölünüp zayıfladığını görüyoruz. Eğer Tanrı, Oğlu
İsa’nın vaizlerini ve onun öğretilerini yayanları korumak için bizzat işleyişe
müdahale etmek üzere arştan inmezse korkarım ki bugün hâkim olan Doğu’nun
neredeyse tamamını ele geçiren hilal dolunaya dönüşecek ve Batı’daki tüm
Hıristiyan alemini boğacak bir baskın yaratacaktır.”[3]
ifadeleri Türklerin güçlü varlığının ve Türk korkusunun göstergeleridir.
Browne “Mehmet’in donanması Baltık’a
girdiğinde Türkler bu yakadaki limanlara da hâkim olacaklardır.” der ve
ekler: “Bu anlamda korku duymamamız mümkün değildir çünkü Polonya’yı ele
geçirirse yakında bu denize de geleceklerdir. Polonya Hükümeti’nin tuhaf
anayasası, kendi aralarındaki bölünmeler, Krallık ve Cumhuriyet arasındaki
kıskançlıklar; Tatarların komşu oluşu, Kazakların hainliği ve Türklerin
Polonyalılar ile savaştayken Alman İmparatoru ile barış içinde olma
politikaları, bunun gerçekleşmesinden korkmak için yeter sebeplerdir. Türkler
kısa zamanda bu denizdeki limanları ele geçirmeyi amaç edinebilir… ve… Bu
Deniz’i koruyanlar ve şu anda kendini böyle bir düşmana karşı güvende sayan
milletler üzerinde de terör estirebilirler.”
Günümüz için bütün bunların taşıdığı
anlam üzerinde düşünmeye değip değmediği insanın haysiyet sahibi olmasıyla
ilgilidir. Bugün Türk’ü ve Türklüğü insan ve haysiyetin buluştuğu yerde arayıp
bulabiliriz, kapitalizm karşısında var olma seçeneğini tercih edecekler için bir
adres olarak.
[1] Berna Moran, Edebiyat Üstüne,
İstanbul, İletişim Yayınları, 2012.
[2] A.g.e.
[3] Sir Thomas Browne’ın Çalışmaları, G.Keynes’ten
naklen Berna Moran, Edebiyat Üstüne, s.28.
Yorumlar
Yorum Gönder