“Karakaya meselesi çıktı, Demirel
zamanında, 1977 yılının aralık ayında. Demirel “Bu iş 1978’de başlar, 1983’te
biter.” dedi. Dönemin DSİ müdürü “1983’te bitmez, 1986’da biter.” Dediği de
oldu genel müdürün, 1986’da barajlara su basıldı. Neyse ki bizim kotumuz
yüksekti de birkaç sene daha çalışabildik.”
“Fırat’ın her iki tarafında bu kurtarma kazılarının yapılacağı höyükler
vardı.(…) Uzunluğu 90 metrelik bir höyük. Yalnız bu kaldığımız köy ve höyük iki
köy arasında. Biri çok medeni bir Alevi köyü olan Tabanbükü köyü, eski ismi Şıh
Hasan. Ahmet Yesevi’nin çok güzel bir Selçuk mezarı var burada, çok güzel Alevi
mezarları var. O mezarlar su altında kalmadı, Elâzığ Müzesi’nin depolarına
taşındı. Bu çok güzel bir kerpiç köy, evleri düz damlı, Hitit evleri gibi.
Gösterilen yapının özelliği, taş olması; bu Alevi tekkesine gidilip bir hafta
kalınıyor.
Nehir kıyısında çok güzel sulu tarım yapılır, buranın özelliği patlıcan,
biber ve domates yetişmesi. Fakat en büyük güçlük, bu köyün Malatya’ya yakın
olup Elazığ’a uzak olması. Toprak Elazığ’a dahil fakat Eski Malatya’nın 10 km
kuzeyinde. Bu höyük İmikuşağı, bugün o yok, baraj altında kaldı.”
“Baraj yapıldıktan sonra Çiğdemli İskelesi iki kıyıyı birbirine
birleştirdi, çok önemli çünkü insanların bütün iletişimi bu iskeleler ile
sağlanıyor. Bu da öteki köyümüz. Höyüğümüzün diğer tarafında kuzeyindeki
köylerden birisi. Gene kerpiç bir köy. Şu kısımda çok dağlık bir kısım var:
Muşar Dağları. Bilaluşağı köyü, bu da tamamen sular altında kaldı. Uzaktan
güzel görünüyor ama çok primitif bir köydü. Beni en çok üzen, bir şey öğretmek
çok güçtü o insanlara; çeşmeleri vardı, devlet su getirmiş. Fakat kadınlar
gidip o pis Fırat suyunu evine taşıyorlardı.”
“Gemi madenden, demirden, saclardan yapılmış; 90’lara kadar su gelinceye
kadar devam etti, biz de bunlarla karşıya geçiyorduk. (…) Fırat’ta en dar yer
bizim köyde değildi de Bilaluşağı ve Eğribük’tü. Biz tabii 10 km gidiyorduk,
oradan bunlara biniyorduk.”
“Bu da Karakaya Barajı bittikten sonraki hali, peyzaj tamamen değişti.
Geniş bir baraj gölü. Şimdi medeniyet geldi, feribot. Tatvan’dan Van’a işleyen feribotlardan ıskartaya çıkmış olanlar. Biz de büyük
bir aşkla bekliyoruz gemiyi. Bu da karayolları, her köyün bir minibüsü var.
Baraj gölü artık çok büyüdü, deniz gibi.”
“Bilaluşağı köyü bir türlü suyun geleceğine inanamadı, “Hayır, olmaz,
gelmez.” diyorlardı. Su geldi, jandarma çıkardı bunları ve yaptıkları ilk iş
bir anten koymak oldu. Tarihöncesi bir çağdan bir ev gibi ahşap, derme çatma
yapı, naylon torbalarla çevrilmiş, bir tarafta insanlar, bir tarafta hayvanlar
ve anten. Ve çok enteresan at nalı biçiminde bir Anadolu ocağı.”
“Bizim höyüğün konumunu görüyorsunuz. Dinozor gibi olan kaya kütlesi
Kaleköy. (…) Bu bölgede mezarlık araştırdık ama yoktu. Biz de izinle Kaleköy’ün
30(3?) km kuzeyine gittik. Nihayet eski adı ile Mamaraş’ta -bugünkü adı
Suyatağı’nda- baraj gölünde kalmış evler bulduk, sandık tipi taş mezarlar
tespit ettik.”
Kaynak:
Yaşam Öyküm Salı Toplantıları (Muhibbe Darga), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul,
2004, sayfa 112-117.
Yorumlar
Yorum Gönder