Dinler
Tarihinin Meseleleri[1]
başlıklı kitabı okudum. Henüz Giriş’te “Yahudi düşüncesinin Ön Asya’da yol
açtığı varlık olarak Tanrı fikrinin sorgulanması”ndan söz ediliyor. Demek ki
Yahudilik, ister kitapta söylendiği üzere Tanrı inancı hususunda ister ahiret
inancı hususunda olsun vahye dayalı temel inançlardan kolaylıkla
vazgeçebiliyor. Greklerle Yahudilerin ilişkisinde “Prometeci olanlar hiç
olmazsa başlangıçta Grek filozofları değil Yahudi peygamberleriydi.” denmekte.
“Efsanevi anlatımlar”da da olsa “Yahudi peygamberlerin Grek filozoflarına
dönüştüğü” hususu yine de önemli. Buna bağlı olarak Platon’un Mısır’a gitmiş
olması ihtimalini de dikkate alırsak “Platon muhtemelen bağlı olduğu bir Yahudi
geleneğini sürdürmekte, çoktanrıcılığa ve putperest kültüre putperestlik
kozmozu birbirinden ayrı ve hiyerarşik alanlara böldüğü için karşı çıkmıştır.” denilmekte.
Yahudilik, gerçekten çetrefil ve içine girildikçe her adımda daha karmaşıklaşan
özelliğiyle karşımıza çıkıyor. “Bir filozof olan Philo’nun Yahudilik teolojisi
ve Helenistik felsefeyi uzlaştırma teşebbüsü” de dikkat çekici.
Hıristiyanlığın “başlangıçtan
itibaren pagan inançları, düşmüş(kovulmuş?) meleklerin
veya cinlerin işi olarak kabul etmesi ve putperest tanrıların düşmüş(kovulmuş?)
meleklerin veya cinlerin zamanla ilahlaştırılmasına bağlaması”
anlaşılabilir bir durum. Hakeza Yahudi rabbilerin ve ölümünden sonra Yusuf’un
tanrılaştırılması… 3.-4. yüzyıllarda Commadianus, Augustine, Aziz Basil gibi
kilise babalarının paganizme şiddetle karşı çıkışları… Bunlar tamam, İsa’nın
tebliğ ettiği vahyedilmiş kitaba ve tevhide dayalı dinin mensuplarından bunlar
beklenir. Fakat kitapta söylenen “Oysa zamanla modern Hristiyan teolojisi pagan
dinleri gelenekteki fonksiyonel yönü ile değerlendirecek ve pagan sistemini
sembolik bir dille açıklama zorunluluğunu hissedecek ve hatta yüceltecektir.”
hususu Hristiyanlığın trajedisi olsa gerek. İlerleyen sayfalarda “paganizm
sembolik Hıristiyanlık olarak değerlendirildi.” denmekte.
Müslümanların dinler tarihine(paganizm,
Yahudilik, Hristiyanlık) yaklaşımı meselenin en can alıcı yönünü temsil ediyor
bence. Çünkü Kur’an ayetleri inmeye başlayıp Hz. Muhammet
sallallahualeyhivesellem peygamberliğini ilan ettiğinde karşısında Tanrı
fikrine de yabancı olmayan paganları(müşrikler) buldu, bu apaçık bir durum.
Fakat peygamber dönemi dahil müslümanların müşriklere(paganlar) karşı Yahudi ve
Hristiyanlarla dayanışmasına tanık olmuyoruz tarihte. Tersine mesela
Yahudilerin İslam’a hiç şans tanımamalarına karşılık paganlarla iş birliği
yaptıklarını görmekteyiz ilk dönemde. Sonraki tarih bize Emevîler, Abbasiler ve
ardından Türkler eliyle asıl hesaplaşmanın Müslümanlar ile Hristiyanlar
arasında gerçekleştiğini gösterdi.
Kitapta öyle hususlar var ki bana
ne kadar tanıdık geldi. Mesela Spinoza’nın “Kutsal Kitap’ın tefsiri tabiatın
tefsirinden farklı değildir, her ikisi de keşfedilmeye açıktır.” sözü modern
Müslüman yazarlara ait “Bir, Kitap’ın(Kur’an) ayetleri var bir de kainatın
ayetleri.” sözünün dayandığı kaynak
olmalı. Yine Spinoza'nın “Kitab-ı Mukaddes’in yine kendi metni ile tefsir edilmesi
gerektiğini düşünür, gelenekten faydalanmayı saçma bulur.” dediği husus, bir
kısım Müslüman yazarların, ilahiyatçıların “Kur’an’ın Kur’an’la tefsiri”
anlayışının dayanağını gösteriyor anladığım kadarıyla. Bu anlayış böylece
Kur’an’ı anlama hususunda Resulullah’ı(hadis ve sünneti) devreden
çıkarıyor. Zaten Spinoza’nın
reformcuların hermenötik metodunu izlediğini de işittiğimizde günümüzde hermenötiğin
Kur’an’a uygulanmasının tamamen bir reformist çaba olduğu açık hale geliyor.
Yorumlar
Yorum Gönder