Ana içeriğe atla

KUR’AN, TÜRKİYE, TÜRKÇE

 

     Bu toprakları vatan edinen Müslümanlar hayatın her alanında Kuran’a ittiba ve Rasulullah’a itaati gaye edindikleri için bunun hayatta çok canlı tezahürleri oldu. Canlılık küfür karşısında tetikte durmakla sağlanan bir şeydi(r). Kuran’a ittiba ve Rasulullah’a itaati gaye edinmenin neticesi olarak bu topraklarda verimli bir Müslüman hayatı teşekkül etti.

     Bu verimlerden biri Türkiye’de/İstanbul’da icat edilmiş olan rika hattıdır. Genel olarak Kur’an’ı güzel yazma emeliyle gelişmiş hüsnühattı biliriz. Bir süredir, rahmetli babamın hayattayken elinden düşürmediği Hasan Rıza hattı Kur’an-ı Kerim benim elimde. Ben bunu günümüzde yazılmış Hüseyin Kutlu hattı mushafla karşılaştırdım. Sadece birkaç harfi kıyaslamak dahi Hasan Rıza hattının üstünlüğünü anlamak için yeterlidir. Bu durum neleri terk ettiğimizle, neleri kaybettiğimizle çok yakından ilgili. Sözüm “Bize Kur’an’ın yazısı değil anlamı lazım.” diyenlere değil. Böyle diyenler dünyaya Müslümanca hiçbir teklif getiremeyip modernliğe kaydını yaptırma heveslileridir. Çünkü bütün o anlamları kendilerine modernlik sağlıyor. Modernlik ise bugün böyle, yarın öyle İslam dışı olanın bir şeklidir.

     Türkçe konuşan/yazan insanlar kelimelerini değil sadece, lisanları Türkçenin kelimeleri de aşan birçok unsurunu Kur’an’dan aldılar. Bugün hâlâ kullanmakta olduğumuz kelimelerin sadece tedrisat/eğitim alanındakilere bakmak bile bunu anlamamız için yeterlidir: Ders, sınıf, kitap, talebe, müfredat, imtihan, müdür, muavin, Bakanlığın adı daha evvel Maarif Vekaleti idi. Okul, mektep terk edilerek kullanıma sokuldu. Öğretmene muallim/muallime denir idi. Malum olduğu üzere maarif, tanımak, bilmek anlamındaki “arefe”den; muallim, “ilim”den geliyor. Bunu tıbb alanındaki, iktisat yahut hukuk alanındaki kelimelere bakarak da görmek mümkün. Kur’an’dan kelimeleri almak demek, insanların kendi dünyalarına imana, itikada istinat eden bilgiyi taşımaları demekti ve yukarıda sözünü ettiğim “Bize Kur’an’ın yazısı değil anlamı lazım.” diyenlerin aksine “anlam”a, Kur’an’ın kelimelerini lisanlarına taşımak yoluyla zaten ulaşmışlardı.

     Kuran’a ittibayı gaye edinmenin ürünlerinden biri hafızlığın tesisidir. Hafızlık bu topraklarda tesis edilmekle birlikte Müslümanların yaşadığı hâkimiyet altında tutulan diğer yerlere de götürüldü. Mısırlı yazar Fehmi Şinnavi günümüzde Kur’an kıraati yönüyle tanınan Ömer Abdurrahman, Abdüssamet Abdulbasıt gibi isimlerin, Türklerce önce Türkiye’de tesis edilip sonra Arap ülkelerinde yaygınlaştırılan hafızlık müessesesinin neticesi olduğunu söylüyor.

     Tabiidir ki Mevlit’i de Kur’an’la kurulan verimli irtibatın neticelerinden biri saymak durumundayız. Mevlit bu topraklarda verilen Müslümanca varoluş mücadelesiyle milletimiz için asırlar boyu ortak bir dilin ifadesi ve ortak bir hissiyatın terennümü olmuştur. Mevlitten rahatsızlık Müslümanların Kur’an’la kurdukları verimli irtibatın fark edilmemesiyle neticelenecek bir şeydir ve dünyaya Müslümanca herhangi bir teklif getirme gücünden mahrum bulunmanın bir tezahürüdür.

     Bugün ve belki yüzyıldan fazla bir zamandır Müslümanlık iddiası taşıyanlar bu ülkenin ayağa kalkması, kendine mahsus bir hayatı tesis etmesi uğrunda hangi İslami teklifle toplum huzuruna çıkabilme dirayetini gösterebilmişlerdir. Yapabildikleri batıda ve Batıcı çevrelerde onaylanacak bilim ve teknolojiyi öne çıkarmaktan fazlası olmadı. Şunu da bilelim ki Batı dışındaki toplumlar Batı medeniyetine mahsus bilim ve teknolojinin tüketicisi olmaktan öteye gitme imkânına sahip değildirler. Oysa Müslümanların bu topraklarda Kur’an’la kurdukları irtibat sayesinde son derece verimli, kendilerine mahsus bir hayatları oldu.

     Elimde 1950’li ve 1960’lı yıllara ait Kur’an harfleri ile (milletimiz sonradan buna eskimez yazı dedi) yazılmış Nureddin Efendi’nin Nuri amcama gönderdiği Türkçe mektuplar var. (Bu mektuplara içeriğinden habersiz Arapça denildiğini de duydum.) Bu mektuplar yukarıda bahsi geçen bu topraklarda icat edilmiş olan rika hattı ile yazılmış. Bu millet aslında öyle zannedildiği gibi 1928’deki harf değişikliği ile yazısından hemen vazgeçmedi. Uzun yıllar yazısını tedavülde tutmasını bildi. Ancak millete öncülük etme iddiasında olup Müslümanlıktan vazgeçmiş de görünmeyenlerin millete bu yönde bir teklifleri hiçbir zaman olmadı.

     Malatya’da 1950’li yıllarda müftülük yapmış İsmail Hatip Erzen’in tohumlarını ektiği bilahare Sait Çekmegil, Bahattin Bilhan gibi isimlerin büyüttükleri bugün bir yanda Ramazan Keskin, öbür yanda Ramazan Kayan ve başkalarının devam ettirdiklerini gördüğümüz anlayış bu topraklarda Kur’an’la kurulacak verimli bir irtibata vesile olamadı/olamıyor.

     Bu topraklar 13. Asırda Dar’ül-İslam olmakla Müslüman vatanı haline geldi. Müslümanlığımız küfrü geriletmek, küfre üstün gelmek, küfre geçit vermemekle hayat buldu. Bu topraklarda hayat bulmuş Müslüman olma bilinci üstünlük ve yükseklik iddiasında idi. Bu topraklarda yaşıyor olmanın bilincinden uzak durarak Kur’an’la sıhhatli ve sahih bir irtibat kurma imkânı görünmüyor.

Yorumlar

  1. Bu topraklarda hayat bulmuş Müslüman olma bilinci üstünlük ve yükseklik iddiasında idi. Bu topraklarda yaşıyor olmanın bilincinden uzak durarak Kur’an’la sıhhatli ve sahih bir irtibat kurma imkânı görünmüyor.

    YanıtlaSil
  2. Batı dışındaki toplumlar Batı medeniyetine mahsus bilim ve teknolojinin tüketicisi olmaktan öteye gitme imkânına sahip değildirler.

    YanıtlaSil
  3. Canlılık küfür karşısında tetikte durmakla sağlanan bir şeydi(r).

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

ASFALTA ÖFKE, GÖĞE MERHABA

                                                   Yan bakıyorsun. Alışveriş merkezleri nefes aldırmayan. Asansör inatla inip çıkan. Çok katlı binalar kalabalığı. Balkon ayakları yerden kesen. İç içe girmiş apartmanlar. Binalar iç içe girdikçe insanlar birbirinden uzaklaşan, katlar üst üste bindikçe, daireler yan yana geldikçe birbirine yabancılaşan. Binalar yükseldikçe insan alçalan. Aşağıda asfalt toprağa ulaşmayı imkânsızlaştıran. Asfalt genişledikçe insan daralan. Eşya parladıkça insan tozlanan.     Lanetliyorsun. Bankalar çoğaldıkça insan yoksullaşan. Mevduat büyüdükçe insan harcanan. Para semirdikçe insan pullaşan. Gece parlak sokak ışıkları, renkli vitrinlerle kararan gökyüzü. İnsan teknolojik aletlere, bilimsel teorilere ku...

DERVİŞİN ZİKRİ

                              Yerine göre suskunluğun dahi kendini ifade etmede benimsenir bir yol olabileceği gerçeğini göz ardı etmeden bir ifade yolu olarak konuşmanın , söz söylemenin mahiyeti ni anlamaya gayret edelim. Konuşmanın aracı sesler, kelimeler, cümleler anlamın ancak onlara yüklenilen kadarını taşıyabilir. Buradan bütünüyle dile hâkim olunabileceği sonucu çıkarılmamalı elbette.      Anlaşma yöntemlerinin başta geleni,  kendini ifade etmenin en kolay yolu konuşma pek çok bakımdan sınırlılığa sahip. İnsan kendini ifade ederken içinde bulunduğu psikolojinin etkiden öte belirleyiciliği altında kalır. Söylemek istenileni hiçbir anlam kaymasına uğratmadan, aynıyla ifade etme iddiası, su içine batırılan termometre ile sıcaklık ölçmeğe benzer. Oysa ölçülen hiçbir zaman sadece su sıcaklığı olmayacaktır. Ölçüm, t...

İSMET ÖZEL’İN TAVRI

      İsmet Özel 'in  konuşmasına * iki unsurdan oluşan bir tavır egemendi. Başlıca unsur  rahatlık. Kurduğu cümlelerde, attığı kahkahada, yüzüne sinmiş tebessümünde, ses tonunda, yaptığı espride  bu rahatlık görülüyordu.  Onun tavrındaki rahatlığın kaynağını Müslümanlara hitap ediyor  oluş unda aramak gerekir. Bu durumun aynıyla dinleyiciler tarafından paylaşıldığını söylemek ise zor. Dinleyicilere  temkinlilik hali hakimdi.  Dinleyicilerin bu halinin, İsmet Özel'in  daha çok polemik peşindeki  gazetecilere söyledikleri ve internet sitelerinin abartarak öne çıkardıkları sözlerine gereğinden fazla kulak vermelerinden kaynaklandığı söylenebilir.  Elbette İsmet Özel'e "müslümanlara hitap ediyor olmanın rahatlığı" çok görülmemeliydi.      İsmet Özel'in tavrında göze çarpan diğer hususu olgunluk diye tanımlayabiliriz. Konuşmada kışkırtıcı bir ifade yoktu; küçümseyici sözcükler yer almıyordu; hat...

KENDİ HAKKINDA SUSKUN

     Kimi insanlarla pek çok konuda konuşmak, farklı alanlarda fikir alışverişinde bulunmak kolaydır; ta ki söz kendilerine gelinceye kadar. Kendi hakkında sır vermeyen, söz konusu kendisi olduğunda ketum kalmayı yeğleyen insanlar vardır. Buna sıra kendinden söz etmeye geldiğinde konuyu değiştirmeyi tercih edenlerle kendisi hakkında konuşmak için ilk hareketi karşısındakinden bekleme çekingenliğini gösterenleri de eklemeli.       Tevazuun göstergesi sayılabilir mi bu suskunluk? Gururdan kaçınmak için kişi kendi hakkında konuşmaktan geri mi durmalı? Kendini övme boyutuna varmadıkça gururdan söz etmek doğru olmaz. Ahlaki bir erdem olmakla birlikte tevazu kendini insanlardan yalıtmaya varacak bir suskunluğa mazeret teşkil etmez. Çoğu kere kendi hakkında suskun kalmak bir korunak arayışının sonucudur.  Kendini ele vermek istemez kimse. Bu durum her zaman suçlu olmaktan, başkalarının bilmediği günahların açığa çıkması korkusundan kaynak...

İHTİYAÇ HİSSETMEK

     İster bir yakınımız ister bir arkadaşımız olsun, birine ulaşmayı ne zaman düşünürüz? Birini aramak için harekete geçmeye sebep nedir? Maddi bir gerekçe olmadan biriyle görüşme isteği içimizde ne zaman uyanır? Biriyle dertleşme arzusunu kendimizden mi yoksa karşımızdakinden mi kaynaklanarak duyarız? Kendi derdimiz, karşımızdakinin derdi yanında ihmal edilmeli mi?  Hangi durumda ahlaka daha yakın durmuş oluruz? Bu sorular çerçevesinde biri/leri/ne ihtiyaç hissetmenin gerekçesi üzerinde düşünme yoluna koyulabiliriz.      İrtibat kurduğumuz kimseye “bana ihtiyacın olabileceğini düşündüğüm için seni aradım” demekle “seni aradım çünkü sana ihtiyacım var” demek bizi farklı yerlere konumlar. Bunlardan ilkine düşünceli, ikincisine bencilce bir davranış demek doğru bir değerlendirme gibi görünüyor. Oysa ilkinde gözetme varsa ikincisinde değer verme söz konusu. Birine değer verme, onu gözetmenin üstünde bir anlam taşır. Gözetme olumsuz anlam...

GÜÇLÜ OLMAK

     Hayata dü şe kalka de ğ il ayakta kalarak devam etmenin yöntemi olarak sunuluyor, güçlü olmak . Bu ifadenin insanı n müstağ nilik iddiası nı dile getirdiğ ini dü şün meden edemiyoruz. İ nsan kendinde bunu vehmediyor.  Böylece her i şe iddia ve hı rsla giri ş menin önü   açı lıyor. Güçlü olmak deyi şinin alt ı nda insanı n acziyet ini örtme gayreti seziliyor. Buna göre giri şti ğ i her işi istediği şekilde sonlandır mak, hedefine varmak için gereken şartlar ı her halükarda sağlamak kendi uhdesinde. Böyle bir zihin yapısının başardığı büyük işleri görmezden gelemeyiz elbet. Ancak bu zihin temeline dayanan hareket tarzı nın vardığı sonuçların insanlık için oldukça pahalı ya mal olduğunu görmek de o kadar zor değ il.      İ nsanın kendi sı nırlarını bilmesiyle hayatı nın kolayla şaca ğı , imkânsızlıklarının bilincinde olarak davranmasının kendine hayır getireceği izah gerektirmeyecek bir husustur. Yine de insan bö...

MAHALLE BASKIN OLMALI

    Toplum yerine millet  demekten yanayım. Toplum denildiğinde insanlar arasında olması gereken irtibatın yeterince kurulamadığı anlaşılıyor . Millet, toplum u aşan bir seviyeyi işaret ediyor. Millet te toplum da olandan fazlası var. Toplum ve millet kökenleri farklı  kelimeler olmakla birlikte asıl olarak anlamlarıyla farklılaşan iki kavram. "İnsanlar arasındaki  irtibatın gücüyle kurulan  bir yakınlığı  içinde  taşıyan millet in alt birimleri nelerdir?" sorusuna verilecek doğru karşılığın mahalle yi de içermesi gerektiğini düşünmek yanlış olmayacaktır.       Mahalle kendi sakinlerine geniş manada ev işlevi görür. Bu işlev en başta mahallenin güvenli bir yer oluşuyla tezahür eder. Günümüzde pek kalmayan yapısıyla  bakkalı, camisi, komşulukları, yaşlıları, cenazeleri, düğünleri ile insana yaraşan bir havanın teneffüs edildiği ve insanlar arası sıcaklığın hissedildiği...

KARMAŞIK

     İnsanın harcı nedir? Basitliğe talip olmak mı? İnsanın basiti/basitliği talep etmesini doğal mı karşılamalı? İnsan için uygun olan karmaşık olandan kaç(ın)mak mıdır? Bu sorulara karşılık bulmaya çalışırken varlığa yönelme yi öne alarak işe girişmeli. Mevcudat ı dikkate alarak, mahlûkat ı fark ederek girişilecek cevap arayışı gerçeğe kapı aralar. İnsan, tabiatı basit olarak mı algılıyor? Topluma yöneldiğimizde karşımıza çıkan yapı basit mi? İnsan anlamak gayesiyle kendine baktığında gördüğünü basitlikle vasıflandırabilir mi?      Mevcudata yönelecek dikkatli nazar gördüğünün basitlikten uzak oluşu karşısında belki hayrete düşecek. Tabiattaki oluş un karmaşık mahiyetini görmek hayreti artıracak. Toplum hakkında söylenenlere kulak vermek kadar toplumda yaşananlara dikkat kesilmek ise buradaki yapının karmaşıklığını görmek için yeterli olacaktır. Nazarımızı yönelttiğimiz alanlarda fark edilen çok yönlü, karmaşık durum bunları anlama gayretin...

SIRADANLAŞMA

     Bilinçli olarak sıradanlaşma demeyi seçtim, sıradanlaştırma demek yerine. Çocuklarla acizler üzerinde tahakküm kurulması anlaşılabilir, ancak kendi düşüncesini ve eylemlerini belirleme iddiasında bulunan insanlar için söz konusu olan sıradanlaşma dır. Yani gönüllüce yapılan, benimsenen bir durumdan söz ediyoruz. İlkinde köleliğe maruz kalınmakta, ikincisinde ise aynı zamanda köleliğe rıza gösterilmektedir.      Sıradanlaşmanın zihinlerde başladığını tespit etmek zor değil. Zihinlerde başlayan sıradanlaşmanın, ortalamaya razı oluş un hayata yansıması uzun sürmeyecektir. Peki, zihinlerin alelusul, üstün körü düşünme yoluna girmesi nasıl imkân dahiline girmektedir? Bu durumun gerçekleşmesi o kadar kolay olmasa gerek. Sistemli bir çabanın sonunda ancak insanlar bu noktaya getirilebilir. Bir toplumun fertlerinin zihinleri iğdiş edilmiş insanlar haline gelmeleri planlı çabaların sonucu olabilir ancak. Bu yolda en kullanışlı araç eğitimdi...

BİR KİŞİLİK TİPİ

     İnsanlarla konuşurken bir geri çekilme hali… Hep bir alttan alma tavrı... Çehreye sinmiş bir mahcubiyet… Bakışlarda haykıran bir yalvarış… Bedenden yansıyan bir özür dileme durumu… İçten içe bir yenilgiyi kabulleniş, mağlubiyete rıza…      Kişi kendine bir yol bulmalı diğer insanlara varan. Dik duruş bu yolu tıkayan değil açan; daraltan değil genişleten etkiyi doğuracaktır. Geri çekilme karşıdakini nezaketten uzaklaştırır, kabalığa sürükler. Alttan alma tavrı küstahlıkla karşılanma riski taşır. Bakışlarda haykıran yalvarış her seferinde anlayışla karşılanmayı davet etmeyebilir. Özür dileyen beden fotoğrafı ise kendini korumada büyük zafiyet göstergesi olabilir ancak.      Kişiyi insanlarla iletişime geçerken halinde geri çekilmeye yönelten, tavrında alttan almaya iten etkenler nelerdir? Niçin çehre mahcup bir görüntü almaktadır? Gözleri yalvarır kılan nedir? Bedenin büsbütün özür diler hali nereden kaynaklanmaktadır...