Türkiye’nin yönünü tayin etme çabası ancak
Türkiye’nin ne olduğu/yapısı, neresi olduğu/yeri hususlarının vuzuha
kavuşturulmasıyla anlamlı hale gelir. Söz konusu bu yön tayini ‘Türkiye’ye
atfedilen özel önem’le birlikte değerlendirilmelidir. ‘Türkiye’ye atfedilen
özel önem’ dayanaktan yoksun olmasa gerek. Aksi halde sıradan bir ülke
sayılarak Bulgaristan yahut Macaristan gibi AB üyeliği için çalışılacak yahut
İsrail’in güvenliği etrafında şekillendirilecek bir Ortadoğu için kullanılmaktan geri
durulmayacaktır.
Türkiye’ye özel bir önem atfetmenin Müslümanlık merkeze alınmadan açıklanması
imkân harici. Türkiye’nin yerini olduğu kadar yapısını da aynı merkezi dikkate
alarak açıklamak durumundayız. Bunu içeride ve dışarıda Türkiye’den her söz
edilişte aynı merkeze bigâne kalınamayışından anlamak mümkün. Ancak biz asıl ‘millet’ olma keyfiyeti ve bu toprakların
güvenli bir ‘yurt’ olma vasfı sayesinde
Türkiye’yi kavrama imkânını elde bulunduruyoruz.
Türkiye’nin yönü denildiğinde baş
meseleymiş görüntüsü verilen AB üyeliği içeride olduğu kadar dışarıda da
tartışılıyor. Arap asıllı İngiliz akademisyen Booby S. Sayyid* “seksen yıl öncesine kadar İslam dünyasının
kalbi olmuş bir ülke” konumuyla
“Türkiye’nin AB’ye üye olmasının İslam dünyası için felaket olacağını” dile
getiriyor. Sayyid’in dikkat çektiği bir
diğer husus Türk siyasetçilerinin AB üyeliğine ilk olarak “Türkiye’deki
pozisyonlarını güçlendirme”; ikinci olarak “insan hakları ve demokrasi rejimini
Türkiye’de gerçekleştirme” kaygısıyla yaklaştıklarını söylemesi. Sayyid “bu argümanların oldukça zayıf
ve pragmatik karakterde olduğu” görüşünde. Diğer yandan AB’nin “Türkiye ve
Müslümanlar ile Avrupa arasında sağlıklı bir ilişkiye imkan tanımaktan uzak”
karakteri Türkiye’nin AB üyeliğinden söz etmedeki kolaylığı büsbütün ortadan
kaldıran bir etken.
Booby S. Sayyid’in sözlerine kulak vermeyi
sürdürecek olursak “AB üyeliğini savunan Türk siyasetçilerinin Türkiye’nin
AB’yi dönüştürebileceğiyle ilgili” iyimserliklerinin gerçekçi olmadığı sonucuna
varıyoruz. Şu anki Türkiye’nin “Batılılaşmış Avrupalı ve Müslüman Türk kimliği
arasında bölünmüş” görünümüyle AB’yi
dönüştürme ihtimali bulunmuyor. Kaldı
ki “Batılı elitler Türkleri medenileştirilmesi gereken
fakir, barbar ve Avrupa’nın dışında
Doğulu bir millet olarak görüyorlar”.
Ünlü düşünür Immanuel Wallerstein* ‘Avrupalı Türkiye’ “küçük sıradan
bir mesele değil” diyerek “AB açısından Türkiye’nin çözümü zor bir problem”
olduğu fikrini dile getirmekte. “Türkiye’nin Avrupa’dan dışlanması” halinde
olacakların “Avrupa’yı tedirgin ettiği” ise gerçeğin bir başka yüzü. “Türkiye’nin bugün kendi iç sorunları
yüzünden takatsiz kalması” Avrupa’ya yönelmesinde sıkıntılara sebebiyet vermekte.
Türkiye ile AB ilişkilerine içeriden bir
bakışa örnek olarak iktisatçı Sabahattin
Zaim’in değerlendirmelerine* başvurmak yerinde olacaktır. Zaim Hoca, Türkiye ile AB ilişkilerini en başta ‘tereddüt’ kelimesiyle
tanımlıyor. “Avrupa macerası” enine boyuna düşünülerek atılan bir adım olmaktan
çok “şartların zorlamasıyla girişilen bir hareket”. Henüz “Ortak Pazar”ken “dini/Hıristiyan
birliği muhtevalı bir Avrupa devleti kurma iddiası” ve “sosyal, kültürel,
iktisadi ya da fikri bakımdan hiçbir hazırlık ve araştırma yapılmamış” olması
gerekçeleri ile Türkiye’nin katılmasına karşı çıkmış, Hoca. İçeriden bakıldığında
ise Avrupa’ya yönelme “Batı hayranları”nın “Batı ile entegre olalım,
İslamiyet’ten kurtulalım” fikriyle giriştikleri bir hareket. Sabahattin Zaim “muhafazakar kesim”in
AB yönelimini Türkiye’nin kendi iç koşullarında sağlanamayan “insan hakları,
demokrasi, millet-devlet uyumu”nu AB vasıtası ile gerçekleştirme ümidine
bağlıyor. Türkiye’nin probleminin batıcı elitlerin “millete yabancılaşarak
milletin yönetilemeyeceği” gerçeğini anlamaması olduğu tespiti de Hoca’ya ait.
“Muhafazakar
kesim”in AB yönelimi ile Batıcı elitlerin “millete yabancılaşmış” olmalarının Türkiye’nin yönünü tayinde etkisinin ne
olacağı, bu şekilde gerçekleşecek yön tayinin Türkiye’nin varlığına katkısı hep
tartışılacak. Türkiye’nin ne olduğu ve neresi olduğu, varlığının devamı bir
kaygı olarak milletin gönlündeki yerini
koruduğu müddetçe ülke olarak ait
olduğu yere ulaştıracak doğru yön tayini
her zaman imkan dahilindedir.
yukselgel@mynet.com
Yorumlar
Yorum Gönder