Son kitabı Bir Ruh Macerası, yaşamı
üzerine kendisiyle yapılmış söyleşilerden oluşuyor Ayşe Şasa’nın. Kitap anılar
üzerinden, 1940’lara kadar giden, Türkiye’de üst sınıfa mensup bir ailenin
yaşamına ışık tutmakla birlikte aynı zamanda yakın tarihte egemen sol kültür çevresindeki insan ilişkileri
hakkında önemli ipuçları veriyor.
Bunları Ayşe Şasa’nın zorlu geçen
yaşamının paralelinde ediniyoruz.
Ayşe Şasa ismiyle ilk nerede
karşılaştım? Sanırım 1996 yılıydı; Konya’da kütüphanede Gösteri dergisinin eski sayılarını karıştırırken İsmet
Özel hakkında bir yazısını okudum. Sonraları televizyonda sinema filmleri
üzerine yaptığı değerlendirmeleri ve Dergah dergisindeki Yeşilçam Günlüğü
başlıklı yazılarını hatırlıyorum. İlk okuduğum kitabı farklı fantastik
içerikli Şebek Romanı oldu.
Ayşa Şasa pek de
başarılı geçmeyen ilkokulun ardından başarılı geçen Amerikan Kız Koleji yılları
dahil hep yalnız bir insan olmuş; ailede ve okulda yalnız ve mutsuz. Bu
yalnızlık sonucu olsa gerek daha çocukluğundan itibaren nevrozdan muzdarip;
rahatsızlıklar sonraları zihin
bulanıklığı, paranoya hali, korkunç bir psikolojik bozukluk, şizofreni tarzı
bir hastalık olarak peşini bırakmıyor. Kolej son sınıfta yazdığı Yaşadığımız
Odalar adlı oyunun sergilenmesinin
gördüğü ilgiyle sanat çevresine adım atıyor. Yeşilçam’da çok sayıda filmin
senaryosunda görev alıyor.
Bir Ruh Macerası’nı oluşturan Ayşe Şasa’nın hayat hikayesinin kendi
ağzından aktarıldığı röportajlar Leyla
İpekçi, Meryem Atlas ve Berat Demirci tarafından yapılmış. Kitap henüz çok
taze; Kasım 2009 baskılı.
Kitabın en önemli yanı, Türkiye’de yaşayan
insanların kültürlerini oluşturan İslam’la ilişkilerinin Cumhuriyetle kırılmaya
uğramasından kaynaklanan savrulmuşluğu ifade etmedeki başarısı. Bu savrulma en
fazla üst sınıfa mensup ailelerde kendini gösteriyor. Öyle ki Batı’nın her
şeyini şartsız bir kabulle karşılama söz konusu. Batılı, yeni, asri olan her
şeyi benimseme; geçmişe, geleneğe, yerli olana ait her şeyi hor görme/hafife alma anlayışı hakim.
Gelenekten kopmuşluğun yansımalarından
biri Ayşe Şasa’nın belki de bütün hayatını etkileyecek olan üst sınıfa mensup
bir ailede çocukların bebekliklerinden itibaren yabancı mürebbiyeler elinde
yetişmesinde ortaya çıkıyor. Ebeveyn ilgi/şefkat/sevgisinden
mahrum, çoğunlukla katı disiplin ve hatta şiddete dayalı bir terbiye tarzına
maruz kalan çocuklar… Batı hayranlığının
getirdiği ebeveynlerin ecnebi mürebbiyelere duyduğu sarsılmaz güven çocukların
maruz kaldığı zulmü görmelerini dahi engelleyen boyutlarda. Çocukların yabacı
bakıcılara teslim edilmesinin getirdiği diğer bir sonuç; ait olduğu toplumun
değerlerinden kopmuş kişiliklerin boy vermesi.
Başta belirtildiği üzere Ayşe Şasa’nın
Bir Ruh Macerası’nda dile getirdiği bir diğer husus 60’lı yıllar Türkiye’sinde
kültür hayatına egemen olan sol çevrede yaşanan insan ilişkileri. Cevat Çapan, Selahattin Hilav, Vedat Türkali,
Atilla Tokatlı, Atıf Yılmaz, Memduh Ün, Aziz Nesin, Ruhi Su, Lütfi Akad ve daha
başka isimlerin içinde yer aldığı bir çevre. Kemal Tahir’e kitapta geniş yer
veriliyor. Yılmaz Güney söz konusu edilen bir diğer isim. Kitapta anlatılanlara
bakınca insan, yakınlarda vefat eden sinema yönetmeni Zeki Ökten’in ardından
Kadir İnanır, Tarık Akan, Atilla Dorsay gibilerin sitayişkar sözlerinin
samimiyetine inanmakta güçlük çekiyor. Uzun yıllar Yeşilçam’ın içinde yer
aldığı halde ağır psikolojik rahatsızlıkları nedeniyle kaldığı hastahanelerde
ve sonrasında “Yeşilçam’da hiç mi insana benzer, bana insanca davranan biri
olmadı? Gerçekten benim hiç mi dostum yok? ” deme noktasına geldiğini dile
getiriyor, Ayşe Şasa.
Yazarın Kemal Tahir’le yakınlığı kitapta
fazlaca yer bulmuş. Kemal Tahir’i “yerli olmak”tan, “batıcı okumuşlarımızın
züppece eğilimleri”nden söz ederken; sonra “burjuvanın müsbet tarafları
olduğu”nu söylerken buluyoruz. Yazar, Kemal Tahir’in sanatın geleneksiz
yapılamayacağı fikrini çevresine aşıladığını aktarıyor.
Yazarın ateizmden Müslümanlığa uzanan
süreçte değindiği noktalar ilginç. Mesela büyük dayısı Rauf
Orbay’ın “gerici” diye damgalanması
Yorumlar
Yorum Gönder